Gençliğimin en güzel yıllarını yalnızca boktan bir aile ve yine boktan arkadaşlar ile harcamıştım. Tıpkı çöp gibi leş ve kokuşmuş bir hayatım vardı, taa ki onunla tanışana kadar.
"Lisa!"
Onun sesini duyduğumda kalbimin atmaya başladığını hissetmiştim. Kalbim göğüs kafesimi zorlayarak çarpıyor, nefeslerim hızlanıyordu. En yakın arkadaşımı göreceğim için bu denli heyecanlanmam normal olmalı değil mi? Omzumda hissettiğim parmaklar, ardından yanağımda ki sulu öpücük düşüncelerimden arınıp dünyaya dönmemi sağlamıştı. İçimde ki heyecan yüzünden zorlansam da yüzüme ufak bir gülümse yerleştirip sesimin titrememesini umarak konuştum.
"Hoş geldin güzelim."
Karşımda ki yerine geçerken çoktan sevgilisi ile anılarını anlatmaya başlamıştı. Sanırım ona gerçekten aşıktı. Onun mutlu olması beni gerçekten sevindiriyordu.. Lakin içimde öyle bir duygu vardı ki, tarif dahi edemiyordum. İçimde ki bunaltıcı histen kurtulmak adına derin bir iç çektim. Gözlerim elimde ki kahveden ona kaydığında sustuğunu fark etmiştim. Gözlerim yüzünü tararken dudaklarını hafifçe büzmüş, hafifçe dolan gözleri belli olmasın diye kafasını aşağı eğmişti. Tanrım.. Onun ufak bir bebek olduğunu bile unuttum. Cidden o kadar hassas, o kadar kırılgandı ki. Açıkçası diğer arkadaşlarına karşı umursamaz olup bana karşı bu denli hassas olmasına bir türlü anlam veremiyordum. Oturduğum sandalyeyi masaya biraz daha yaklaştırıp kollarımı ona doğru uzattım. Ellerim yanaklarını bulduğunda, hafifçe kaldırdım kafasını.
"Hey hey şu surata da bir bak, küçük bir hamster gibi görünüyorsun"
Burnunu çekerken hafifçe kıkırdamış, gözünü kırptığın için dolmuş göz yaşlarının aşağı doğru süzülmesini sağlamıştı. Baş parmağım aşağı doğru kayan göz yaşını yakalayıp, hızla silerken bakışlarımı gözlerine çıkardım. Aynı anda birbirimize bakıyor olduğumuzdan mıdır bilmem, kalbim koşu temposuna devam etmeye başlamıştı. Hızla ellerimi yanaklarından çekip yerime iyice yayıldım. Gözlerimi gözlerinden uzaklaştırmış, yan tarafta ki sahile odaklanmıştım. Tekraren Jisoo hakkında konuşmaya başlamıştı. İçime tekraren kara bulutlar doluşurken, sinirli bir şekilde konuştu.
"Dinliyor musun sen beni?"
Gözlerim tekraren onunkileri bulurken, yavaşça mırıldandım.
"Üzgünüm aklım çok dolu bu gün.."
Kaşları hafifçe çatılırken tüm kızgınlığının geçtiğini belirtircesine bir ses tonu ile konuştu.
"Neyin var aşkım?"
Lanet olası kelime beni gerçekten sinirlendiriyordu. Ne diye insanlar arkadaşlarına aşkım derdi ki? Üstelik Jisoo ile sevgiliydi.
"Sana öfkeliyim, Jisoo ile tekrar olmamalıydın."
Yüzü tekraren düşmüştü fakat umurumda değildi. Bunu ona söylemem gerekiyordu. Jisoo gerçekten tam bir pislikti. Chaeyoung ile sevgiliydi fakat adam akıllı seni seviyorum dâhi demiyordu. Diğer arkadaşları ile Chaeyoung ile olduğundan çok daha samimiydi üstelik. Gözlerimi ondan çekip elimde ki kahveden bir yudum almış, ardından aramızda ki sessizliği bozmak için tekraren konuşmuştum.
"Cidden Jen ile aralarında bir şey olmadığına inanıyor musun?"
Gözleri tereddütle ben de sabitlendiğinde, masanın üzerinde duran telefonumu işaret ettim.
"Her şey ortada bebeğim, aç gözlerini. Uyan."
Bir süre Jennie ve Jisoo hakkında tartışmış, ardından ikimiz de sessizleşmiştik. Kahvelerimiz bitmiş, zamanın nasıl aktığını bile anlamamıştım. Hava hafifçe kararıyor, baharın tatlı rüzgarları eski sakinliğini korumuyordu. Tartıştığımızdan konuşmadan kalkıp gitmeyi düşünmüştüm, çünkü öylesine kızgın hissediyordum ki liseden beri bütün biriktirdiğim duyguları dökebilirdim şuanda. Hesabı çoktan ödemiş olduğumdan, masanın üzerindeki anahtar ve telefonu alıp yavaşça kalktım sandalyeden. Çıkış kapısına doğru bir kaç adım atmış, ardından duyduğum titrek sesiyle durmuştum.
"Aslında biliyordum.. Aralarında bir şey olduğunu biliyordum ama görmemeyi seçtim.."
Öfkelenmiştim. Benim dokunmaya kıyamadığım kız, sikiğin biri yüzünden ağlıyordu. Ama bir şey yapamazdım, çünkü beni asla dinlemiyordu. Öfkeliydim çünkü lanet kalbim en yakın arkadaşım için atıyordu. Öfkeliydim çünkü en yakın arkadaşımın aşık olduğu bir sevgilisi vardı..
"Çünkü korkaksın."
Hızlı adımlar ile kafeden çıkmış, onu o hâlde orada bırakmıştım. Kalbim öyle acıyordu ki arabamın soğuk camına dayanmış, montumun üzerinden kalbimi sıkıyordum. Birkaç kez sanki acısını dindirecekmiş gibi vurmuş, ardından arkamı dönmüş sırtımı siyah aracıma dayamıştım. Uzun zamandır içmediğim lakin yanımdan ayırmadığım sigara paketini çıkarmış, bir dalı sıkıştırmıştım parmaklarımın arasına. Paket tekraren montumun cebinde ki yerini bulurken, elime gelen çakmağı almıştım. Sigarayı yakmaya çalışırken rüzgarı engellemeye çalışan elimde hissettiğim sıcaklık ile o tarafa döndüm. Yavaşça elimi indirmiş, dudaklarımda ki sigarayı alıp yere fırlatmıştı. Chaeyoung kızarmış gözlerini daha fazla ağlamamak için zorlarken önce yutkundu, ardından titrek bir sesle konuştu.
"Jisoo umurumda değil."
Gözlerim anlamamışça yüzünde gezinirken hata yapmışçasına başını eğdi.
"Siktir et, üzgünüm."
Hızla arkasını dönüp uzaklaşırken, tek elimde ki çakmağı cebime attım. Lanet olsun kafam allak bullak olmuştu. Soğuk rüzgar bedenime çarparken derin bir nefes verdim. Halledeceğiz kızım.. Neden bu kadar üzgünüm bilmiyorum, belki de biliyorum ama kabullenmek istemiyorum ama atlatacağız...
Yalnızca güneşin doğması gerekiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı beyaz yalanlar.
FanfictionSeçimler ve aksilikler üzerine kurulan bir ilişkinin sonu nereye varabilirdi?