Haftalardır deli gibi çalışıyordum. Sözleşmeler, ortaklıklar, yeni projeler derken aklım allak bullak olmuştu. Çoğu zaman sabahlara kadar ofisimde oluyor, gün doğumu eve uğrayıp bedenimi soğuk su ile canlandırıyor ardından tekraren çalışıyordum. Bu yoğunluk zihnimi ne kadar meşgul ederse etsin, Chae ile son görüşmemiz hâlâ canımı acıtıyordu. Aradan haftalar geçmesine rağmen ne o, ne de ben bir adım atmıştık. Genelde kavga ettiğimizde çok uzun sürmez hemen barışırdık. Fakat bu sefer öyle olmamıştı ve bu canımı daha fazla acıtıyordu. Aslında o gün verdiğim tepkiden dolayı benden soğuduğunu düşünüyordum. Ağlatıp orada bir başına bıraktım onu.. Fakat elimden bir şey gelmiyordu artık. Çok yorulmuştum onun sevgilisi ile olan anılarını dinlemekten. Üstelik her şeyin farkındaymış başından beri.
Rüzgar tenimi usulca okşamış, âdeta rahatlamam için teselli vermişti. Ne ara elimde bir poşet çikolata ile Chae'nin evinin önüne geldiğimi bilmiyordum bile. Tek istediğim onunla eskisi gibi olmaktı sanırım. Onun durmadan bir şeyler anlatmasını özlemiştim. Koltuğun köşesine sinip, kadehimi yavaşça yudumlarken onu izlemek istiyordum. Elim hafifçe havalanmış, heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimi umursamadan kapıya vurmaya hazırlanıyordum. Acaba ne tepki verecekti? Acaba o da beni özlemiş miydi?
Zihnimi ele geçiren düşünceleri sesli bir kahkaha böldü. Yüzüme yerleştirdiğim gülümseme yavaşça solarken, duyduğum ses bütün hücrelerime kadar titrememe sebep olmuştu. Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum. Tabii ardından eşlik eden kıkırtıların sahibini de. Gerçi, tahmin etmekte pek zor olmasa gerek.
Rüzgar bu sefer öncekinin aksine bir tokat gibi çarptı bedenime. Üstelik yalnızca bedenime de değil. Rüzgar âdeta ruhumu tokatlıyordu. "Aptalsın." Ufak mırıltımın ardından montumun sert yüzeyinde hissettiğim birkaç damla yağmur kalbimin daha çok acımasına sebep olmuştu. O an öyle bir acı ile baş başa kalmıştım ki, duygularımı kabul etmekten başka bir çarem kalmamıştı. Ben Lalisa Manobal, Park Chaeyoung'a deliler gibi aşıktım...
Ağlamamak için direniyordum.. Onların kahkahalarını ve konuşmalarını duydukça ruhuma saplanan birkaç hançeri kanatmadan çıkartmaya çalışıyordum. Başarılı olmuştum. Ağlamamıştım.. Lakin dizlerimde dermanım da kalmamıştı. Parmak uçlarımdan kayıp giden poşet, ağırlığı sebebiyle sert bir ses çıkartmıştı. Yağmur sebebi ile fark edilmeyeceğini sansam da yaklaşan adım sesleri ve "birini mi bekliyordun?" Kelimesi yanıldığımı anlamama yetmişti. Hızlı adımlar ile sokağın başında ki arabama yetiştim. Arabanın kapısını açarken kuvvetli rüzgar ve sağanak yağışı umursamadan arkama baktım. Sadece bir kaç saniye. Ve, o asla görmek istemeyeceğim manzarayı gördüm. Chanyeol poşetle ilgilenirken dolu gözlerle beni fark etmiş minik bedeni. Göz yaşlarım yuvalarından firar etmemek için zor direniyorlardı. Gözlerimin acısından hafifçe kızardıklarını hissedebiliyordum. Kahküllerim ıslandığı için görüşümü engellemeye başlamıştı bile. Göz temasımızı kesip koltuğa yerleştirdiğimde, hızla orayı terk ettim. Yapabileceğim başka bir şey de yoktu gerçi.. Sevdiğim kız ve sevgilisinin aşk dolu kıkırtılarını dinleyemezdim.. Zaten kanayan kalbime bir kaç kesik daha eklenmesine göz yumamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı beyaz yalanlar.
FanfictionSeçimler ve aksilikler üzerine kurulan bir ilişkinin sonu nereye varabilirdi?