Oy ve yorumlarınızı bekliyorum <3
"Son."
Roe Brown
Rüyaları severdim. Beni gerçeklikten koparıyorlardı ve istediğim kişi olabiliyordum. Şimdi de olduğum gibi. Rüyadaydım. Yanımda beyaz giyinmiş Adrian oturuyordu. Bir gölün kıyısındaydık ve etraf cıvıl cıvıldı. Üzerimde beyaz bir elbise vardı. Saçlarım belime doğru dökülüyordu. Bakışlarımı Adrian'a çevirdim. Bana baktı ve gülümsedi. Ne suçluluk duygusu vardı aramızda ne kırgınlık. Sanki hep tertemiz bir şekilde buradaymışız gibiydi. Yavaşça ayağa kalkıp koşmaya başladım. Gülerek peşimden geldi ve beni yakalamaya çalıştı. Film sahnesi gibiydi. Yavaş çekimde, gülerek koşuşturan genç bir çift.
Gözlerimi araladığımda kendimi nerede bulmayı bekliyordum bilmiyordum ama odamda uyandığımda hayal kırıklığı hissettim. Kollarımı karnıma sardım ve yavaşça doğruldum. Adrian odada yoktu, ev sessizdi. Beni bırakıp gittiğinden endişelendim ve yavaşça yataktan kalkıp odamdan çıktım. Mutfağın önünden geçerken dün olanlar geldi aklıma.
Nisha'nın bana nasıl kırıldığını ve her şeyden habersiz olduğu için öfkelenişini. Nate Nisha'nın sinir krizini atlatması için onu hemen evden götürmüştü. Adrian peşinden gitmeme izin vermemişti ve en sonunda Nisha'yı beklerken uykuya dalmıştım. Şimdiyse kimse yoktu. Korktum ama banyonun ışığının açık olduğunu görünce rahatladım. Gitmemişti, buradaydı. Beni bırakmamıştı. Yavaşça oraya yöneldim ve kapıyı açtım.
Adrian sırtı bana dönük banyoyu temizliyordu. Gözlerim çöpe kaydı, kanla kaplı peçeteler vardı. Titrek bir nefes aldım. Utanç ve suçluluk ağır bastı ve baştan aşağı yandığımı hissettim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve Adrian'ın yanına eğildim. Varlığımı fark ettiğinde hafifçe irkildi. "Bununla uğraşmana gerek yok." diye fısıldadım. "Ben hallederim."
"Yaran var senin, kendini yormamalısın." Elindeki bezi bırakıp dirseklerimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. O bana karşı çok anlayışlı, kibar ve sevgi doluyken benim ona sürekli sorun çıkarmam berbat bir durumdu. Onu üzmek veya kırmak gibi bir amacım yoktu ama yapıyordum işte. Bu yüzden nefret ediyordum kendimden. "Özür dilerim." dedim ve başımı eğdim. Ensemden tutup beni göğsüne yasladı ve sarıldı.
"Senin suçun değildi." dediğinde buna inanmak istercesine başımı salladım. "İşim bitmek üzere, sonra kahvaltı yapmaya çıkarız." Yine başımı salladım ve banyodan çıkıp koltuğa oturdum. Yanımda uzanan Hope'u kucakladım ve başından öptüm. Aklıma iki gün öncesi geldi. Bunu kendime neden yaptığım...
İstemiştim. Onunla birlikte olmayı istemiştim ve bundan hiç de pişman değildim. Ama o saatte uyandığımda kafamda milyon tane ses vardı. Yetimhanede ağlayan çocukların sesi. Müdürün pis bakışları ve bizi sevmek istediğini söylemesi... Hepsi birden kafama girdiğinde kendimi hiç olmadığı kadar kirli hissetmiştim. Bunu Adrian'a söylemeyecektim. Başka bir şey hissetmeliydim.
Hissetmeyi en iyi bildiğim şey acıydı ve eğer canımı acıtırsam kirli hissetmek yerine acı hissederdim. Bu yüzden kesmiştim karnımı. Adrian'ın beni o halde görmemesi gerekiyordu. Ama o ansızın uyanmıştı ve görmüştü beni. Her şey böyle mahvolmuştu işte. Bir daha bana asla dokunmayacaktı. Ben istesem bile o halimi gördükten sonra asla dokunmazdı.
Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. Bu yüzden yolun başındayken onun hayatımdan çıkmasını istemiştim. Her şey böyle berbat olmadan önce beni bırakıp gitmeliydi. Artık çok geçti. O beni asla bırakmazdı ve bende onu bırakamazdım. Ölmek istiyordum ama sevdiğim adamı arkamda bırakacak kadar kafayı yememiştim. Ona bunu yaparsam nasıl bir insan olurdum?