eml istedigi icin bolum😽 oy verin yauvvv
☆ mashikyu
Aralık ayına neredeyse girmek üzere olduğumuz için artık havalar iyice soğumaya başlamıştı. Normalde olsa, Japonya'da bu dönemler bu kadar soğuk olmazdı belki ama Kore buraya geldim geleli hep insanın içini donduracak kadar serin olurdu bu dönemlerde.
Yoshi ve Yedam'ı sıcak evde yalnız bırakmak hiç keyifli olmasa da Junkyu ile iki kelime konuşmak için karlı dağları bile aşabilirdim zaten. Bunu bildikleri için -özellikle Yoshi- giderken arkamdan bir güzel gülümsemiş ve evden çıktığım gibi kapıyı suratıma kapatmışlardı. Böyle de güzel arkadaşlıklarım vardı işte.
Ne diyordum, normalde hiçbir güç beni okulumun olmadığı gün okul bahçesine getiremezdi ama söz konusu Junkyu ise işler gerçekten değişiyordu. Şimdi buz gibi havada ağzımdan çıkan buharı izlerken Junkyu'nun gelmesini bekliyordum. Sanırım heyecandan biraz fazla erken gelmiştim...
Neyse ki ben kendi kendime buharlı lokomotif oyunumu oynarken Junkyu çıkagelmişti ve beni gördüğü gibi adımlarını hızlandırmıştı. Yanında minicik kalsam da benden daha tatlı olduğu kesindi.
"Selam." elindeki defterlere, sırtındaki çantaya ve üzerindeki kahverengi kabana bir göz gezdirdim. Etkilenmemem için tek bir sebep dahi yoktu.
"Selam, nasılsın?" diyerek karşılık verdim ben de, o boynundaki atkıyı düzeltmeye çalışırken.
"İyiyim, sen nasılsın? Çok bekletmedim umarım." mahcup bir ifadeyle gülümsediğinde elimi geldiğimden beri aynı yerde durduğu cebimden çıkardım ve salladım.
"Yok... ben de yeni gelmiştim zaten," koca bir yalan. 20 dakikadan fazladır bekliyordum. "İyiyim ben de, sorduğun için teşekkürler."
O tekrar gülümsediğinde ben içimdeki aşık Mashiho'yu sakinleştirmeye çalışıyordum. Hazır o sol yanımda yürürken size ona aşık olma hikayemi de anlatayım, eksik kalmasın.
Bildiğiniz üzere zaten ortak arkadaşlarımız vardı, başlıca Hyunsuk, bu yüzden ister istemez onu etrafımda görüyordum. O her zaman tatlı, kibar, eğlenceli, heyecanlı ve sevimli olmayı başarıyordu. Aynı zamanda gözüme inanılmaz çekici gelmeyi de.
Ve normalde kesinlikle tipim olmamasına rağmen ilk tanıştığımızda bana gösterdiği tavır, ilgi ve alaka beni kendine çekmesine yetmişti neticede. Demek ki kişilik kriterlerime tamamıyla uymasına gerek de yoktu.
En basitinden belki hiç muhabbetimiz olmasa da bana selam vermesi, kampüste gördüğünde konuşmak için çabalaması inanılmaz hoş hissettirmişti. Belki de bu sadece benim ilgi eksikliğimdendi, kim bilir.
Çok ilerlemeden kampüsteki kafeteryaya geçtiğimizde garip bir şekilde içerisi boştu. Normalde bu zamanlarda vizeler için çalışanlar veya en olmadı hava soğuk olduğu için içerisinin sıcaklığından yararlanmak isteyenler olurdu ama ilk defa burayı boş görüyordum.
"Burayı ilk defa boş görüyorum." Junkyu da benimle aynı düşünüyor olmalıydı ki dile getirmişti. Bana dönüp baktığında onu onaylayarak başımı salladım.
"Gerçekten, çok tuhaf." dedikten sonra omuz silkip köşelerde bir masayı seçtim ve oraya yerleştim. Junkyu da çantasını ve defterlerini bırakıp kabanını çıkarttı. İçerisi dışarıya göre epey sıcaktı.
"Kahve alıyorum kendime, sen de ister miydin?" gülümseyerek sorduğunda karşılık olarak erimemeye çalışarak ben de gülümsedim.
"Zahmet olmazsa alabilirim." cüzdanını çantasından çıkartırken cevap verdiğimde komik bir gülücükle karşılık vermişti sadece. Sanırım bu 'ne zahmeti canım' demenin kısa bir yoluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
god or gun, dowoo
Fanfictiondaisydobby: sayin park jeongwoo ilah misin silah mi cabuk soyle 12 saniyen var jwoobv: ne diyon kardes • treasure kim doyoung & park jeongwoo texting + düzyazı, slowburn [© 2023 • kyudohwanjeu]