BAŞLANGIÇLena, Sanse adında küçük bir köyde yaşardı. Burası, yakınlardaki birkaç köyün tam ortasında bulunan bir yerdi. Köyün yerli insan sayısı azdı ama iki haftada bir meydanında tüm ihtiyaçların satıldığı bir pazar yeri kurulurdu. Bu pazar yeri, gelenek haline gelmiş bir şekilde, hem civar köylerin ortak alım satım alanı hem de alanın merkezinde bulunan han sayesinde uzaktan gelen yolcular için dinlenme bölgesiydi. Sakinleri, arada ufak tefek anlaşmazlık yaşasa da birbirlerine bağlı ve yardımseverdi.
Köyün gözbebeği Lena, güzel bir aşkın meyvesiydi. Annesi öleli üç ay olmuştu. O günden beri babası, kızının gülümsemesi yüzünden silinmesin diye bir soytarıdan farksızdı. Kendi acısını göstermemeye çalışır; yine de bazen sevdiği kadına çok benzeyen bu güzel genç kıza bakarken şimdiki zamanı unutup geçmişe dalardı. Hele bir de kızına seslenirken dalgınlıkla yitirdiği karısının adını söylediğinde, ''Hella!'' kalbine milyonlarca cam parçası isabet ediyormuş gibi hissederdi. Ardından gelen sessizlik, bu vuslatın mümkün olamayışını tekrar ve tekrar hatırlatır gibiydi. Annesinin ismini duyan Lena, durumu anlar; o an yaptığı ne varsa bırakıp babasına koşardı.
''Annenin ismi kulağa kötülüğü çağrıştırıyor gibi gelebilir, ama O benim için cennetti...'' derdi babası, şakacı bir ifade sergilemeye çalışan bulanık gözlerle. Her daim aynı sözler. Her daim aynı aşk. Lena, hayatında görebileceği en güzel sevginin kendi ailesine ait olduğunu düşünürken içten içe gururlanırdı.
Babası için ise bu güzel genç kız, karısından yadigâr başka bir cennetti. Yeşil gözlü, siyah saçlı ve güneşin altında yağ gibi parıldayan açık teniyle, ruhen ve bedenen narin ama bir o kadar da güçlüydü. Sadece görünüşü değil, duruşu bile Hella'sı gibiydi. Bir babanın evladına olan sevgisi bir yana böyle güzel bir varlığın sorumluluğunu taşımak, kızı büyüdükçe ona olan düşkünlüğünü ve endişelerini katbekat arttırmıştı.
''Umarım, ona senin kadar iyi bakabilirim,'' diye mırıldanırdı bazen Hella'sıyla konuşur gibi, ''kızımız sandığımdan daha büyükmüş Hella. Tıpkı senin gibi her zaman ne yapması gerektiğini biliyor...''
Lena'nın günleri, onu hüzün denizine dalmaktan alıkoyan sorumluluklarıyla geçerdi. Yenilebilen çeşitli meyveleri ağaçlardan toplar; meydan yeri kurulduğunda satış için yerini alırdı. Arada babasına odun işlerinde yardım eder; ağır yükleri taşırken ince yapısıyla bunu nasıl becerebildiğine dair şaşkın gözlerle karşılaşırdı. Annesi de böyleydi. Ona hayatı öğreten kadın, artık uzaklarda olsa da yerine babasına yardım edebildiği için memnundu. Köyde yürürken ne zaman aile büyükleriyle selamlaşsa, içlerinden biri illa ki annesinin güzelliğini aldığına dair onu överdi. Mahcubiyetten yanakları kızarır, naifçe gülümserdi. Bu benzerlik, onu insanların sandığından daha çok mutlu ederdi. Mesele sadece annesinin güzelliğini alması değildi, onu özlüyordu. Aynaya her baktığında gözlerinde annesini görmeye devam etmek istiyordu. İnançlı biriydi. Bir gün tekrar kavuşacaklarını düşünerek kendini o çaresizlik hissinden kurtarmaya çalışırdı.
Annesinin kaybından sonra, Sanse'ye daha çok bağlanmıştı. Özellikle, pazar yerinde kalabalık toplandığında tüccarları, yolcuları ve başka köylerden gelen ziyaretçileri gördüğünde, aklından sık sık "İyi ki! İyi ki evimiz burası," diye geçirirdi. Çünkü Sanse, dertlere ortak olabilen, duyarlı davranan, mutsuz biri gördüğünde güldürmeye çalışan insanlarla çevrelenmişti.
Her köy bu kadar huzur dolu değildi. Gelen insanların yürüyüşlerinden, yüzlerinden ve konuşmalarından bunu anlayabilirdi. Bazıları mutsuzdu. Bazıları garipti. Bazıları hiçbir sebep yokken öfkeliydi. Öyle ki, muhtemelen bol bol kaş çatmaktan, alınlarının ortasında yer etmiş biz çizgiye sahiplerdi. Kimi sanki hayat sırtlarına tonlarca kaya yüklemiş gibi yürür; dudaklarına hiçbir gülümseme kondurmadan, ''Bu ne kadar?'' diye sorar; bir şey satın alsa da iyi günler bile demeden uzaklaşırdı. Ara sıra başka köylere meyve satmak için gittiğinde de benzer şeyler yaşardı. Doğup büyüdüğü yerin güzelliğini daha iyi anlar; işini bir an önce bitirip eve dönmenin hayalini kurardı.
Dönüş yolunda karşılaştığı yabancı gençlerin bazıları yanına gelip onunla tanışmak istediğini söyler; hissettiği niyete göre arkadaşça bir tanışmayı kabul eder ya da rahatsız edici bir hava sezerse sakince reddederdi. Bazen saygısızca ileri gidenler olur ve müstehcen kelimeler kullanır; o ise duyduğu şeyleri duymamış gibi yaparak yanlarından geçip giderdi. Daha da ısrarcı davranan olur da yolunu kesmeye kalkışırsa, oraya beraber gittiği yaşıtlarına ya da büyüklerine seslenirdi. Lena'yı duyan ve gözleyenler hemen yanına gelir; sorunun kaynağını uzaklaştırırdı.
Sanse insanları, gittikleri yerlerde birbirlerinden pek uzaklaşmazlardı. Muhakkak görüş alanında ve seslenebilecekleri mesafede dururlardı. Arada bir geldikleri tanıdık bir yer olsa bile içlerinden birine herhangi bir zarar gelmesi riskini göze almazlardı. Neticede o anlar, çoğunluğa karşın azınlık olarak bulundukları bir yerdeydi. Bazı köylerde genç sayısı fazlaydı. Bu da oraya giden Sanse gençleri için daha fazla koruma gerekliliği anlamına gelirdi. Her köyün insanı az ya da çok birbirinden farklıydı. Pazarın kurulduğu zamanlar, bu farklılıklar yüzünden bazı sorunlar ortaya çıkardı. Doğru yanlış, gerekli gereksiz, önemli önemsiz şeyler, her köyün insanında değişirdi. Çoğu yerde dedikodu denilen o kötü alışkanlık, normal bir şeymiş gibi dilden dile yayılırken Sanseliler, bundan hiç haz etmezdi. Bir sözün dilden dile güzellikle çıksa bile yanlış aktarılabileceğini ve kötü sonuçlar doğurabileceğini düşünürlerdi. Hatta bu gibi sebeplerle köyün insanları, kalabalıklaşmayı pek istemezdi. Her ne kadar yardımsever de olsalar, sonradan gelen insanların yaratabileceği bir sorun varsa bunu uzun süre düşünür; geçici bir zaman gözlemler ve ancak ondan sonra köye kalıcı yerleşim konusunda bir karara varırlardı. Köyde en eski yerleşimcilerden sözü geçen üç hane vardı ve bu konuda oldukça katıydı. Diğer Sanse hanelerine yeni gelenler hakkındaki görüşlerini sorar; uyumlulukları konusunda fikir alışverişinde bulunurlardı.
Annesi hayattayken Lena'ya, her daim temkinli olması gerektiğini, başka insanların kendi köylerindeki gibi olmayabileceğini hatırlatıp dururdu ve o da buna göre davranmayı alışkanlık haline getirmişti. Tüm o can sıkıcı davranışlara rağmen döneceği yerde onu huzurun beklediğini bildiği için pek etkilenmezdi. Rahatsızlık duyduğu o küçük anlar, onun dünyasıyla kıyaslanamazdı. Kendi köyünde de beğenildiğini bilirdi ama herkes birbirini tanıdığı için kimse yanlış bir davranış sergilemeye cesaret edemezdi. Yine de Lena, ona çarpan heyecanlı bakışları ve mecazları anlardı. Kimseye ilgi duymazdı, ama bir kalbi incitmek istemediğinden cevabını nezaketle belli ederdi. Henüz ailesinde gördüğü sevgiyi hissettirecek biriyle karşılaşmamıştı ve öyle bir gün gelene kadar, etrafındakilerle kurduğu bu arkadaşlık ilişkisinden memnundu. Hem zaten, kendi köyünün gençleri de o yabancılar kadar saygısız veya arsız değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİHELA'NIN TAŞLARI - Greenwitch
FantasyTaşlar, yalnızca çok güçlü cadıların bildiği bir büyüyle bir araya gelebiliyor ya da ayrılabiliyordu. Samira, taşların korunması için kendi ve iki yardımcısından başka kimseye güvenemezdi. Zafiranlar uzun zaman önce oraya kapatılmışlardı. Onları kap...