sıfır

65 12 7
                                    

~

Van... Güldüğüm, eğlendiğim, yeri geldiğinde kızdığım, yeri geldiğinde ağladığım memleket... Dile kolay tam sekiz yılımı geçirdiğim o güzel şehir... Daha on sekiz yaşındaydım Van'dan ayrılırken. Üniversiteyi İstanbul'da kazanmıştım. Gazetecilik bölümü çocukluk hayalimdi. Hayallerimin peşinden gittiğim için mutlu, ailemi ve arkadaşlarımı geride bıraktığım için de buruktum. Kalbimin bir yanı git diyordu, hayallerini yaşa. Bir yanı ise kal diyordu, ailen için, arkadaşların için...ama en çok da onun için kal...

Pars...

Daha çocuk yaşımda aşkı bana öğreten adam. Ona olan aşkımı henüz on dört yaşımdayken fark etmiştim. O zamanlar lise bire gidiyordum. O ise on dokuz yaşında, genç bir delikanlıydı. Ankara'da okuyordu. Kara Harp Okulunda.... Uzak yerdi Ankara. Onu görememek içimi yakıyordu bazen. Sonra eninde sonunda gelecek diyordum. Avutuyordum kendimi.

Lise birin ilk günü o da Harp okulunda ikinci yılına başlamıştı. Tıpkı abim gibi. O da orada okuyordu. İkisi de babalarımız gibi asker olmak istiyordu zaten çocukluktan beri.  Hem de delicesine. Sayısalcıydı ikisi de. Milli Savunma Üniversitesinin sınavına girmişler ve ilk denemelerinde, on sekiz yaşındayken kazanmışlardı. Çok başarılılardı.

Ara tatillerde gelirdi hep ailesinin yanına. O zamanlar onu görmek için deli gibi çırpınırdım. Keşke okulu bitse de, bir daha hiç gitmese derdim. Sonunda ben lise sona geçtiğimde, onun da okulu bitmiş ve Van'a gelmişti. Tabii abim de. Sevinçten içim kıpır kıpırdı. Geldiği günün ertesi akşamı onlara gitmiştik. Benim gözüm hep onun üzerindeydi. O ise tek bir defa bile gözünü değdirmemişti bana. Moralim bozulmuştu biraz o akşam. O benim kaç senelik çocukluk arkadaşımdı. İnsan birazcık da olsa özlemez miydi?

O gün, ondan sonraki gün, daha sonraki günler,  hatta haftalar geçti ancak o bana hiç bakmadı. Selam verir oldu sadece. Sanki hiç tanışmamışız gibi, beni eskiden beridir sinir etmeye çalışmamış gibi, benimle saklambaç oynamamış gibi... Sanki biz hiç arkadaş olmamışız gibi. Sanki iki yabancıymışız gibi...

Günler geçti, üniversite sınavı açıklanacaktı o gün. İçimde gram heyecan yoktu. İnternet sitesinden girip sonuçlarıma baktım. İstediğim bölümü ve istediğim üniversiteyi kazanmıştım. İstanbul Teknik, gazetecilik bölümü...

Herkes tebrik etti beni. Annem, babam, abim, arkadaşlarımız, onun annesi ve babası. Hatta onun henüz dokuz yaşında olan erkek kardeşi Semih bile. O da etmişti tabi. 'Tebrik ederim, hayırlı olsun." demişti. Gözlerine bakmıştım o an. Gözlerinin en içine. Orada ufak da olsa bir burukluk görmek istiyordum belki de. Gideceğim için üzülmesini, hatta gitme demesini bekliyordum.

Ama üzülmedi. Gitme de demedi.

Kuru kuru tebrik etti beni. Sonra da gitti. Onun da ertesi günü uçağı vardı çünkü. Ankara'ya çıkmıştı tayini. Teğmen olarak başlayacaktı görevine. Ben de onu tebrik etmiştim daha önce. Ama ben gülümsemiştim, onun aksine.

Uçağa bineceğim gün herkes havalimanına gelmişti. Abim de vardı, iki saat sonra onun da uçağı olmasına rağmen yine de beni yanlız bırakmak istememişti. Gözlerim ise yine Pars'ı arıyordu. Gelmemiş olduğunu bildiğim halde etrafa bakınıp onu aramaktan vazgeçemiyordum. Kalbim yine de onu istiyordu.

Üniversitemin ilk günü gelip çattığında, sabah alarmın sesiyle uyanmıştım. Kalkıp üzerimi giyindiğim sırada bir bildirim düşmüştü telefonuma. Pars'ın annesi Leyla teyze ve babası Orhan amca'nın da olduğu bir whatsapp grubumuz vardı. Abim ve Pars yoktu grupta, yalnızca ben vardım. Mesaj oradan gelmişti. Leyla teyze bir fotoğraf atmıştı. Altına da "Bakın, oğlum başlamış görevine" yazmıştı. Tıkladım fotoğrafa.

Üzerinde ona tam oturan kamuflajı, kafasında mavi beresi, ayağında postallarıyla poz vermişti. İki eli arkasında duruyordu. Dimdik duruşu, çatık kaşları ve arkasındaki karargah binasıyla o kadar mükemmeldi ki, anlatmaya kelimeler bile yetmezdi.

Okula gitmeden önce fotoğrafı çıkarttırmaya gittim. Artık elimde, onun bir vesikalığı duruyordu. Cüzdanıma koymuştum onu. Unutmak istemiyordum hiç.

Tam yedi yıldır İstanbul'dayım. Ne gördüm onu, ne sesini duydum. Arada annem bahsederdi telefonda. En son duyduğum kadarıyla üsteğmen rütbesine yükselmişti. Abim de  aynı rütbedeydi onunla. Ankara'da iki sene görev yaptıktan sonra Van'a aldırmıştı tayinini. Hakkında tek duyduğum bunlardı. Annesi Leyla teyzeyi arardım bazen, hal hatır sormak için. Konu ona gelirse hemen değiştirmeye çalışırdım. Çünkü artık eski, Pars'a aşık ben yoktu. Onu unutmaya çalışan bir ben vardı. Madem oluru yoktu, o zaman onu düşünmemem gerekirdi.

Birkaç gün önce aldığım haberle bunun biraz zor olacağını anlamıştım. Muhabirliğini yaptığım kanal, her ile muhabir gönderiyordu. Gönderilen muhabirler artık o ilin sorumlu muhabirleri olacaktı. Bir de olası herhangi bir haber için kameraman. Gönderileceğim ilin İzmir, Bursa, Ankara gibi büyük iller olması için çok uğraşmıştım. Ancak olmamıştı. Şans yine beni bulmamıştı. Kameraman arkadaşım Sinan'la birlikte gönderileceğimiz il Van'dı.

Ben Güliz Ufuk. Yıllardır kaçmaya çalıştığım anılarımla, tekrar karşılaşmıştım.

~

Tanıtım bölümümüz nasıl?

Beğendiyseniz oy ve yorum desteklerinizi esirgemeyin lütfen. Çünkü yeni bölümlerin yayımlanması oy ve yorumlara bağlı :)

Okuduğunuz için teşekkür ederim, ilk bölümüzde tekrar görüşmek dileğiyle.

Allah'a emanet olun 🌸

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 26, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Yıldızlara Bak | Muhabir - AskerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin