no more tension

59 10 2
                                    

"Henry Longday seni çağırıyor."

Başımda dikilen Peter'a baktım. Uzun boyuyla tavandaki ışığın önüne geçmiş ve eskiz defterine karaladığım çizimin üzerine gölge düşürmüştü. Sarı saçları parlıyordu. Oturduğum tekli sandalyede rahatsızca kıpırdandım. "Profesör seni, benimle onun arasındaki elçi mi ilan etti?" dedim, çatık kaşlarımla. "Her şeyi seninle bana iletiyor."

Omuz silkip gölge oluşturmaya devam etti. "Sadece çok karşılaşıyoruz, hepsi bu."

"Dersim var, gelemem."

"Ders arasında değil misin?"

"Evet ama yakında bitecek."

"Uzun sürmez, git gör işte."

Bıkkınlıkla nefes verdim ve defteri kapatıp yanımda oturan Mila'ya baktım. "Bu adam da beni ayağına çağırmayı hobi edindi. Neyse, ben çıkıyorum. Gelmek ister misin?"

Oturduğu rahatsız sandalyede esneyip başını tekrar sıraya koydu. "Yok. Sen takıl."

"Tamam, bir şey olursa ararsın."

Derslikten çıkınca uzunca bir yolu yürüyüp beyaz binaya ulaştım. Bu sıralar Henry Longday'le gereğinden fazla muhabbetim oluyordu ve ben Longday'den çok da haz etmeyen birisiydim. Bunu umursamadım ve asansörle çıktıktan sonra kapısına doğru ilerledim. Birkaç kez tıklattıktan sonra kasvetli odaya girdim ve kapıyı ardımdan kapattım. Profesör kemikli gözlüğünün altından gelen kişiye, bana baktı. Ve şok, şok, yanında bir adet Zayn'de bulunuyordu.

"Ben de tam seni bekliyordum," dedi Longday, boğucu sesiyle. "Zayn'de şimdi geldi."

Zayn'in ne zaman geldiği beni ilgilendirmiyordu. Yine de kalbimin gümbürtüsü kulağıma kadar gelirken Longday'in karşısındaki deri koltuğa, Zayn'in yanına oturdum. En uzak alana oturmaya gayret etmiştim. Bana olan bakışlarını hissedebiliyordum, ama yine de dönüp bakmadım.

"Fotoğrafçılık için ödev sonuçlarını henüz paylaşmadık ama ben yine de size özel olarak birkaç bilgi vermeyi tercih ettim." Oturduğu siyah deri sandalyesinden kalktı ve yünlü, gri takım elbisesinin ceketini düzelterek kalçasını tahminimce meşe ahşabından yapılan masasına yasladı. Bedeniyle tamamen bize dönüktü. "İkiniz de gayet iyi bir iş çıkarmışsınız. Bu ödevin amacı dekanlığa göre her ne kadar bölümleri kaynaştırmak olsa da, bana göre görsel ve dijital zevki bir araya getirmekti. Sizin elinizden de gayet güzel bir çalışma çıkmış."

Profesörden bunları duymak zordu, gurur duymaktan geri kalmamıştım. Yüzümdeki gülümsemeyle onu dinlemeye devam ettim.

"Lafın özü şu, belediye tarafından bizim üzerimize atanan iki adet ilkokul mevcut. Bunların bahçe duvarlarına çeşitli çocuk resimlerinin yapılması ve sosyal medyaya atılması için fotoğraflarının çekilmesi gerek. Belediyenin bünyesinde bu işleri yapacak donanımlara sahip kişiler mevcut ancak onlar daha çok öğrencilere bir şans vermek istiyor. Ben de bu görev için ikinizi sorumlu tuttum. En başından beri aklımda ikiniz vardınız. O yüzden diğer arkadaşlarınız proje eşlerini ve konularını panoya asılan listeden öğrenirken, sizler bizzat ben tarafından bilgilendirildiniz."

Evet, benim Zayn'i ilk kez gördüğüm ve heyecandan profesörü tam dinleyemediğim günden bahsediyordu. Şaşkınca gözlerimi kırptım ve Zayn'e baktım. Onunda suratında aynı şaşkınlık vardı ve benimle göz göze geldi.

"Basit bir proje, belediye işin içinde diye gözünüz korkmasın. Basit bir iş ancak bu sosyal proje sizin iş portfölyonuzda çok iyi gözükecek. Ne diyorsunuz?"

Ne diyeceğimi bilemiyordum, o yüzden ben sadece Zayn'e bakmaya devam ettim. O ise kısa bir süre beni inceleyip Longday'e döndü. "Siz bizi uygun gördüyseniz benim de bu projeyi reddetmem için hiçbir sebep yok." Tekrardan bana dönüp ela gözlerini benim kararsız bakışlarımda sabitledi. "Sen ne diyorsun, Desdemona?"

like a miracle//zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin