"I don't wanna go to Rome."

192 7 12
                                    

2011

Onunla tanışana kadar hayattan bezmiş, somurtkan bir kızdım ancak Diego tanışmamızın üzerinden daha 24 saat bile geçmeden beni güldürmeyi başarmıştı. Onun yanındayken, onunla konuşurken yüzümde hep bir tebessüm olurdu. Ama bu tebessüm, yemekhanede bana ait olan tepsiyi aldıktan sonra Bayan Garcia'ya nezaket gereği gönderdiğim sahte tebessümlerden değildi. Onu bir katilin kurbanını izlediği gibi izliyordum ve ah, böyle bir benzetmeyi bize yakıştırdığım için kendimden kesinlikle utanmalıydım. Ben sadece onun parlak yeşil gözlerini izlemeyi seviyordum o kadar.

O gün ki tanışma merasiminin üzerinden tam üç hafta, iki gün geçmişti ama ben hala etkisinden kurtulamamıştım. Adalia, eğer ona böyle hayranlıkla bakmaya devam edersem benim bir sapık olduğumu düşüneceğini ve aramızdaki yaş farkının bariz bir şekilde göze battığını, söyleyip duruyordu. Adalia'nın söylediklerini kulak ardı etmeye çalışarak kafenin kapısını açtım ancak Diego ve benimle ilgili dile getirdiği her bir cümle beynimde yankılanıyor gibiydi.

"Senden dört yaş büyük Francesca."

"Seni küçük kız kardeşi gibi gördüğüne bahse bile girebilirim."

"Tanrı aşkına! Baban ondan hoşlandığını öğrenirse ne yapar, bir düşünsene."

Başımı iki yana sallayıp beynimin içinde yankılanan seslerden kurtulmaya çalıştım. Adalia ne derse desin Diego'ya olan duygularımın bir anda yok olup gitmesine izin veremezdim, vermemeliydim. Merdivenlerden indiğim sırada taze lavanta kokusu burnuma doldu. İşte güne güzel başlamanın diğer bir yolu da işini dikkatle yapan fakat yine de çekiciliğinden ödün vermeyen Diego'yla karşılaşmaktı. Her akşam kafeyi kapatmadan önce masaların üzerine özenle yerleştirdiği sandalyeleri, yine aynı özenle düz hale getiriyordu.

"Günaydın." dedi beni fark ettiğinde son olarak bir sandalyeyi daha zeminle buluşturdu. Onu şöyle bir süzdükten sonra tekrar gözlerine çevirdim bakışlarımı. İçimde, çok ama çok gerilerde onunda benden hoşlandığına dair bir umut vardı fakat kafeye müşteri olarak gelen güzel bir kız onun numarasını istediğinde reddetmemiş, aksine ona en güzel gülümsemelerinden birini gönderip hemen numarasını vermişti. Hayatımın en berbat günüydü."Günaydın," dedim gülümseyip. "Babam nerede?"

"Markete gitti. Kahvaltı yaptın mı?"

"Hayır. Adalia ile okulda bir şeyler atıştıracağız." Okul çantamı açıp içinden telefonumu çıkardıktan sonra tekrar ona döndüğümde kaşlarını çatmış bir şekilde beni süzüyordu. Fakat asıl odaklandığı nokta dizimin biraz üzerindeki pileli okul eteğim idi. Başımı eğip önce eteğime daha sonra ona baktığımda bakışlarını kaçırıp hızla tezgahın arkasına geçti. Fırından yeni çıkardığı belli olan kurabiyeleri yerlerine dizerken kaşları çatıktı. Az önce ne olmuştu öyle?

"Die--"

Aniden açılan kapı sesiyle ikimizinde bakışları oraya çevrildi. Kıkırtılar eşliğinde dört kişilik bir kız grubu içeri girdiğinde, yüzlerinin bana neden yabancı gelmediğini anlamaya çalışıyordum. En köşedeki masaya kurulduklarında, kızlardan kızıl olanın Diego'ya kaçamak bakışlar attığını fark ettim. Başımı çevirip Diego'ya baktığımda, onunda kıza gülümsediğini gördüm ve anında bakışlarımı kaçırdım. Bana gülümsediği gibi o kıza gülümsemesini istemiyordum.

Kız bir anda masadan kalkıp yanımda dikildiğinde kıskançlıktan tırnaklarımı avuç içime bastırmaya devam ettim. Flörtöz bir şekilde parlak kızıl saçlarını savurup, bedenini cam tezgaha yasladı. Diego'da dirseklerini tezgaha koyup kıza doğru eğildi. "Size nasıl yardımcı olabilirim?"

Clumsy Girl // DiecescaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin