~7

5.6K 639 480
                                    

    Merhabalar,
  İki güne iki bölüm... Üstelik Yaban'ın üç bölümünü düzeltip yayımladım ki son bölüme yeni bir kısım ekleyerek. Bence beni övebiliriz. Hele yoğunluğumu bilseniz göklerden yere indirmezdiniz sksksk

Sizlerden ricam lütfen satır aralarında fikirlerinizi belirtin. ✍️

Hikâye bitince yazmanız da elbette çok değerli ama Yaban'da da benzer bir süreç yaşadık.  💔

Buradan herhangi bir maddi kazancımız yok, böyle bir beklentim de yok ancak manevi olarak da motivasyon olmayınca kalem oynatasımız gelmiyor. Reaksiyon alamıyoruz çünkü.
Siz hevesle nasıl bekliyorsanız biz de sizden bekliyoruz; bilin isterim.  🧡

Siz istiyor yeni bölüm yazacak yorum sksns yapazak beğeni sjsjjs

Lafı yormadan sizi bölüme alalım. İyi okumalar sevgili okur. 🧡

                                      *

      Bu,
  Çarpışan kalplerin, yorgun ırmaklar gibi birbirine dökülmesidir.

                        *
Hatem
        
Hemen hemen bir hafta olmuştu buraya, bu mahallenin keşmekeşine geleli. Mutsuzdu.
       
     Uzaklarda beyaz bulutların parmak uçlarına ilişebildiği kadar yakın durduğu köyünü özlüyordu. Yalçın ve heybetli dağlarını, meşe ormanlarına karışık ardıç ağaçlarını, boz toprağını, kuru havasını, anasını, atasını, kardeşini...
    
    Şurasında isli bir çıra yanaduruyordu. Sönmeye niyeti yoktu, söndüren ise hiç yoktu.

    Yanağında kabuk bağlayan yaraya ilişti yine eli. Sanki orada olup olmadığını kontrol etmez ise kaybolup gidecek, sanki kaybolup giderse yaşadığı acının hatırası da elinde kalmayacaktı. İnsan hatıra diye bir acıya tutunur muydu? O tutunuyordu. Çünkü göğsündeki cepte rengi dönmüş, köşeleri kıvrılmış bir fotoğraf dışında hiçbir şey kalmamıştı elinde avucunda. Acısı onu diri tutuyordu. Ağrıyan kalbi onu diri tutuyordu.
Suyun içerisindeki taşlar gibi yalnızdı. Yosun bağlayan taşlar, yeşerme ihtimaliyle yaşasa da onun kalbi çorak, yangın geçirmiş bir kuru toprak gibiydi . Bir yosun dahi sarmayacak kadar taşlaşmıştı içi.

    Filiz verir, tomurcuğa durur, yeniden bir hayat bulur muydu? Bu sorunun cevabını hem bilmiyor hem merak dahi edemeyecek kadar başka başka dertlerin içinde kendini kaybetmişcesine geziniyordu.

   " Hatem? Hadi yavrum yemek hazır."

  Arka bahçede, salkım söğüdün dibinde oturup gökyüzüne, hasretini dindirmek ister gibi bakıyordu. Bulutlar vardı ama uzak uzaktı.
Bir kurdu bir kafese kapatmışlardı işte.

Usulca ayaklandı. Geldiğinden beri neredeyse hiç konuşmamıştı. İçi öylesine gürültülüydü ki dışında olup biteni duyamıyordu. Olanlar rüya olsaydı, kırık bir düşten, kötü bir kabustan annesinin şefkatli ellerine uyansaydı...
Ama değildi.

Değildi çünkü yan yana gömdükleri anne ve babasının üzerindeki ıslak toprağı o kadar çok avuçlamış, didiklemişti ki kısa kesilmiş tırnaklarında hâlâ o toprağın karası duruyordu. Zaman zaman ellerine bakıyordu. Baktığında gördüğü o karalık, o kire benzeyen ama sergüzeştinin özeti olan o karalık işte, her şeyi dipdiri hatırlamasını sağlıyordu.
Anasını, babasını almışlardı ondan. Tırnaklarının dibindeki toprağın karasından daha kara yürekliler almışlardı onları işte.
Bu gerçek zihnini kırıp döküyor, göğsünde büyük, kapanması zor gedikler açıyordu.

BÜLBÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin