27.BÖLÜM

79.9K 2.6K 169
                                    

İnsan yaşadığı ıstıraplarla ve akıttığı gözyaşlarıyla büyüyormuş. Avuçlarıma damlayan ve akıtmaya hiç de alışık olmadığım gözyaşlarıma bakarken, bunu idrak edebilecek kadar büyümemiştim henüz.

Büyümek; hayattan yaş almak değildi zaten. Geçtiğin, zorlandığın her bir badireden sonra keşfettiğin yeni bir bendi, yeniden doğan her bir benlikti büyümek. Geriye dönüp de baktığımda, şimdi döktüğüm bu gözyaşlarım için iyi ki diyebilmekti pişmek.

Şimdilerde fazlasıyla toy olan ben, elime damlayan gözyaşlarıma nefretle baktım. Ağlıyor oluşumdan da tüm bu yaşadıklarımdan da nefret ediyordum. Nitekim hayatımda olan herkesten de...

Mantığım bulunduğum şu hâlden Alpaslan'ı suçlarken; kalbim, babamı suçluyordu. Sanırım kalp, kabahati her dâim kendine daha yakın gördüğüne buluyordu.

Haykırarak ağlamalarım git gide solmuş ve cılız birer inlemelere dönüşmüştü. Bir yandan titrerken, gözyaşlarımla yıkanmış avuçlarımda ezdim tek tek parmaklarımı. Bu hâlden en erken sürede kurtulmak istiyor ama öte yandan da tutulduğum bu titremeli fırtınada, kurtul kurtul diyen bir ısrarla kendime çok yüklenmek istemiyordum.

Baskıdan yılmıştım.

Malikanedeki herkes, hıçkırmalarımı duyduysalar da duydulardı artık... Benden önemli değildi.

Gözlerim beyaz ışıltılı perdeye dalarken tam sakinleşmiştim ki kapının hiddetle vurulmasıyla irkildim. Hatta olduğum yerde sıçradım.

"Aç şu kapıyı!"

Alpaslan'ın sesiyle, ruhumda cam kırıklarıyla açılmışcasına ani kesikler oluştu. Çünkü ömrümde ilk defa birinden korkuyordum.

Dizlerimin üzerinde doğrulup kapıya doğru ilerlediğimde, korkum ve gururum, bilin bakalım hangimiz daha büyüğüz oynuyordu. Ama bu oyunu izleyenler hiç objektif değildi. Alpaslan'ın baktığı taraftan kazanan gururdu. Sadece benim bildiğim içimde ise yek kazanan; korkuydu.

"Aç diyorum!" Sinirli sesi, her ne kadar kısık olsa da tınısıyla dahi büyük bir öfkeyi salmak için bekliyordu ve ısrarlı vuruşu da eminim kapının canı olsa onu yıldırırdı.

Kapının hemen dibinde olmama rağmen; "Tamaaaam!" diye cırladım nemli parmaklarımla kapının kilidine uzandığım sıra.

Nasıl bir Alpaslan göreceğimi hiç bilmiyordum ve en çok da bundan korkuyordum.

Sahi daha bir saat önce birinin canına kastetmiş bir adam nasıl gözükürdü? Bu sorumun cevabı kapıyı açmamla birlikte aynı saniyede cevaplanmıştı.

Alpaslan'ın buz gibi bakışları ve sinirle kasılmış çenesi birbirine aşırı tezatlardı.

İçimden çıkan bir solukla konuşmak istedim ve tam da "Bak Alpaslan yaptığın çok saçmaydı!" diyecektim ki;

"BA-"
Daha devamını getiremeden kolumda hissettiğim ve etimi sıkan parmakları çenesinden daha kasılıydı.

"BIRAK KOLUMUU!!" diye sinirden köpüren en tiz sesimle cırladım, dediğim diyeceğim ne varsa unutarak.

O ise; "Geç içeri içerde konuşacağız!" diye tıslayarak üzerime adımladığında ben hâlâ kolumu ondan kurtarmaya çalışıyordum.

Onun en bam teli olan asıl derdine isyan ettim.

"Bana seni aldatmışım muamelesi yapamazsın!" diye ardı ardına her bağırdığımda sinirim de katlanarak artıyordu. Tam karşımızda donakalmış bir biçimde duran ve büyük bir şaşkınlıkla bize bakan Melis Hemşire'yi görmek dahi saçlarımı savurarak Alpaslan'ı itiklememe engel olmamıştı.

TOHUM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin