know my name? unfortunately

125 14 8
                                    


Mingyu

Kafamda hissettiğim ani ağrı beni sersemletirken, o anlığına, yanımdan şimşek hızında geçerek ve kütüphanenin arka kapısından koşarak çıkan Wonwoo'nun kaçmasına engel olamamıştım.

Jeon Wonwoo'nun yakınına yaklaştığım her an beyin hücrelerim ölmeye devam ediyordu ve bu kadarı fazla olmaya başlamıştı. Kapılar, kitaplar... Sırada ne vardı?

Az önce onun dağıttığı kitaplar ayaklarımın dibinde duruyorlarken, onlara basmamaya çalıştığımda kütüphanedeki dağınıklığı terk etmiş ve Wonwoo'nun peşinden gitmeye başlamıştım. Artık ona yetişebilmek için koşmam gerekiyordu çünkü aramızdaki mesafeyi çoktan açmıştı.

Ayaklarım Wonwoo'nun hızlı adımlarını takip ederken, birdenbire onun peşinden koşmaya başlamamın sebebini ise sorgulamak istememiştim.

Koştum. Sabırsızca Wonwoo'ya ulaşmaya çalışırken, onun koridorun sağından dönebilmek için yavaşladığını görmüştüm. Çocuk gibi kaçarken sırt çantasının sağa sola savrulması gülümsememe sebep olduğunda, onun yavaşlamasını fırsat bildim ve aramızdaki mesafeyi neredeyse kapattım.

Wonwoo'nun bir adım gerisinden onunla aynı tempoda ilerlemeye başladığımda onun benden uzaklaşabilmek için verdiği çaba elle tutulabilirdi, komikti. Sırf kaçmak için kodlanmış bir robot gibiydi, bir an olsun dönüp arkasına bile bakmıyordu. Onu bu denli strese sokmak bende kötü bir his uyandırsa da konuşmamız gereken şeyler vardı, şimdi duramazdım ya da bunu görmezden gelemezdim.

Sonra onu durdurmak için koluna uzanıp tutmak istedim. Ama bundan nefret edeceğini ön görebildiğimden, böyle bir şey yapmadım. Bunun yerine sırt çantasını kavramak için tam elimi ileriye uzatmıştım ki, bu girişimimi hissetmişçesine yeniden hızlanmaya başladı.

"Bir saniyeliğine duramaz mısın?" Yakınan sesim ciğerlerimden boşalan oksijen nedeniyle kesik kesik çıkarken hangi ara bu kadar soluksuz kaldığımı da anlayamamıştım.

"Yalnız bırak beni." O da tıpkı benim gibi nefes nefese kalmışken telaşlı sesini duymak, dondurucu bir havayı içime çekmek gibiydi.

Cidden, daha önce iletişim kurmakta hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum.

"Bir dakikanı ayır bana, lütfen. Sadece konuşmak istiyorum." Ağzımdan kaçan "lütfen" kelimesi, Jeon Wonwoo beni bir köpek gibi peşinden koştururken tuhaf hissetmeme sebep olmuştu.

Bu duruma daha fazla katlanamayınca, elim sabırsızlıkla onun sırt çantasını kavradığında bu hareketim hem beni hem de onu durdurdu. Önünü bana döndüğü sırada onun öfkeli bakışlarını yakaladığımda, az önce koşarken çatıyor olduğum kaşlarım normal halini almıştı.

Bana attığı nefret dolu bakışların, geçenki sefer attıklarıyla aynı olduğuna emindim. Ancak bu sefer o bakışlar, bir çift oval çerçevenin ardındalardı.

Wonwoo'yu yeniden gözlükleriyle görmek bende ufak bir çarpıntıya sebep olurken, dalgınlığımdan fırsat bilerek kolumu tuttu ve parmaklarımı çantasından sertçe ayırdı.

Parmaklarım çantasından ayrılsa da gözlerimi ondan ayıramadığımdan, kolumdaki anlık tutuşu hakkında bir şey yapamamıştım. Ben tam nefeslerimi düzenlemeye çalışırken Wonwoo tekrardan dönüp gidecekti ki elim bu sefer onun kapüşonuna giderek buna engel oldu. Artık bir şey yapamayan kişi oydu.

"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok. Şapkamı çekiştirmeyi bırak ve uzaklaş benden."

"Hayır, aramızda bir yanlış anlaşılma var ve bunu düzeltmemiz lazım. Çocukluk yapmayı bırak da konuşalım."

romanticizing mindfuck | meanieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin