0.5

49 5 0
                                    


"Sana akşam olmadan o gökkuşağını bulmamız gerektiğini söylemiştim." Hyunjin hafif sinirli bir tavırda yanında yürüyen Jeongin'e bakmış ve onun bu umursamaz tavırlarına göz devirmişti. Jeongin Hyunjin'i ciddiye almıyor ve geceyi iyi geçireceğini sanıyordu ama Hyunjin başlarına geleceklerin farkındalığıyla söylenmeye başlamıştı bile.

"Aman Hyunjin, ne söylendin! Abi yeni yeni gün kararıyor lan."  Hyunjin yavaşça gözlerini devirip bileklerine kadar gelmiş karanlık lekelerde gözlerini gezdirdi.

"Onlardan birine dönüştüğümde veya ruhum tamamen parçalara ayrıldığında, sana yardım edemeyeceğim Jeongin. Yalnız başına onların dişlerinden kurtulamazsın. Bu aptal rüyadan çıkamazsın, en önemlisi de her odaya öylece dalıp kurcalayamazsın. Çünkü artık senin akli dengeni korumak için orada olamayacağım. Bütün bu acıyı nasıl yükleneceksin ki?" Jeongin Hyunjin'in birden ciddileşmesiyle bakışlarını kaçırdı. Haklıydı. Az önce çiçeklerle kaplı bu alan hava karardıkça ve gün ışığı onlardan uzaklaştıkça yapışkan bir balçığa dönüşüvermişti. Uçsuz bucaksız bayırlar artık büyük duvarlarla çevriliydi ve kesinlikle ışık yoktu. Etrafta, rastgele duvar diplerinde, siyah karaltılar asla onları yalnız bırakmıyordu. Jeongin şuan yavaş yavaş Hyunjin'in söylemek istediklerini kavramıştı. Fakat artık çok geçti. Bir süredir yalnızca onun adım seslerinin etrafta yankılandığını fark etmesi ise uzun sürmemişti. Etrafına bakındı; bu koskoca, korkunç yerde tek başına kalmıştı...

-

"Biraz yavaş mı davransanız? Hayır, değersiz bir malmışım gibi davranıyorsunuz da!" Hyunjin yalnız başına karanlık koridorlarda sürüklenirken kollarını kurtarmaya çalışıyor, göremediği bu varlıkların güçlerinden kurtulmak için debeleniyordu. Jeongin'i orada yalnız başına bırakmış olması zaten başlı başına bir felaketti. Üstüne üstlük zehir bütün vücuduna yayıldığından artık neyin ne olduğuna dair fikirlerini bile bir bir unutmuştu. 

"Çok konuşma." dedi uzaklardan gelen bir ses. Aslında gerçekten uzaktan mı yoksa hemen yanından mı geldiğini anlamak biraz güçtü şu anda Hyunjin için. Apar topar bir sandalyeye oturtuldu ve elleri sandalyenin iki ucuna sabitlendi. 

"Ne yaptığın hakkında bir fikrin var mı?" dedi karşısından gelen bir ses. Önündeki uzun şeyin üzerinde kırmızı kadifeden bir örtü vardı ve Hyunjin bir sikim anlamamıştı. 

"Ne o, sorguya mı çekiliyorum?" dedi umursamaz bir tavırla. Önündeki örtü bir hışımla yerinden çekilmiş ve karşısında bir boy aynası belirmişti. Aynadaki de tıpkı Hyunjin gibi sandalyede oturmuş fakat bağlı olmayan ellerini önünde birleştirmişti. 

"Ne yaptığının farkında mısın?" dedi sorusunu yinelemek yerine farklı bir şekilde sormuştu tekrardan. Hyunjin omuz silkip sandalyeden kurtulmuş kollarını hareket ettirmeye çalıştı. Başaramamıştı. Bu demek oluyordu ki, yansıma artık oydu. 

"Değilim, ne yaptığımı söyle." Hyunjin daha fazla uğraşmadan söylenmiş ve mecburen aynadaki gibi sırıtmıştı. 

"Bu kadar uzun süredir birlikte çok güzel vakit geçiriyorduk Hwang. Fakat sen, birçok kabul edilemeyecek şey yaptın, öyle değil mi? Bunlara göz yumacağım. Hatta biliyor musun, yaptıkların epey hoşuma gitti. Kendini hiç umursamadan o piç için buradaki bütün varlığını tehlikeye attın, izlemesi eğlenceliydi. Ancak bütün kontrolü ona verdiğinde, buna bir son vermek zorunda kaldım. Neden yetkilerimi bir başkasıyla paylaşayım ki?" Hyunjin derin bir nefes verdi kaşlarını çatarken. 

"Yani bu yüzden onu buradaki aptal oyununa sürükledin ve şimdi de ikimizi de birbirinden ayırdın!" aynadan herhangi bir cevap yerine sessiz bir kıkırtı sesi gelmişti. 

sage ::hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin