3.OTURUM

67 6 3
                                    


Çarşambalar, güller ve üçüncü bölümler...

Sizlere ulaşabilmesi dileğiyle. 




Orada ne kadar öylece oturdum bilmiyorum, sadece babaannem beni burada bulsun istedim. Defteri kapadım ancak fotoğrafı parmaklarımın arasından bırakmadan onun odadan içeri girmesini bekledim. Umduğum şey merakımın giderilmesi değildi aksine kendimi istemeden şahit olduğum bir şey için suçlu hissediyordum. Seksen beş senelik bir ömrün en az altmış senesinde gizlenmiş bir sırra, bir gönül yarasına ortak olduğumun farkındaydım. Ben daha otuz yaşındaydım, benim ömrümden çok daha kıymetli bir zaman dilimi boyunca saklanmış bir fotoğrafa dokunmuştum, parmak uçlarım yanıyordu.

Peki ya dinlediğimiz tüm o hikayeler. Kerim bey ile babaannemin birbirlerini ezelden beri tanıması, Kerim beyin tüm Aydın'ın dilline pelesenk olmuş aşkı... Derin bir nefes aldım. Her nedense fotoğraftaki bu gönül meselesinin öyle alelade bir gençlik aşkı olmadığını biliyordum.

"Seni çok beklettim." diye girdi babaannem içeriye. Beni yerde otururken bulmayı beklemiyor olduğundan hafifçe şaşırdı sonrada ellerimin arasında tuttuğum fotoğrafa kaydı. Bana kızmasını bekledim ama o hüzünlü bir ifade ile baktı bana.

"Çok gencim öyle değil mi?" diye sordu geçip az önce kalktığı yere otururken. "Görece güzelmişim de." diye devam etti belli belirsiz bir hezeyanla. "Hiç beğenmezdim o zamanlar kendimi."

"Ama." dedim tüm mesele buymuşçasına. "Sen benim tanıdığım en güzel kadınsın."

Abartmıyordum ya da yalan söylemiyordum. Ben çok fazla güzel kadın tanımıştım, annem bunlardan biriydi. Gülce teyze bunlardan biriydi. Etrafımdaki tüm kadınları çok beğeniyordum. Milyonların hayranı olduğu çoğu ünlü sanatçıyla yüz yüze tanışmış güzelliklerine çıplak gözle şahit olmuştum ve babaannemin aksine ben kendime karşı acımasız değildim. Aynadaki aksimi beğenirdim. Ama Zübeyde babaannemin güzelliği bambaşka bir şeydi. Bu şiirlere konu olan, üzerine destanlar, romanlar yazılan o güzelliklerdendi. Ayın on dördü gibi, su gibi, gül yaprağındaki çiğ tanesi gibi güzeldi. Adaşımın Firuze bahşettiği tüm o betimlemeler kadar güzeldi. Sevda büyüsü gibi, orman kuytusu gibi, üzüm buğusu gibi...

"Öyle düşünmüyordum." dedi bir kez daha ama daha fazla devam etmedi.

"Özür dilerim." dedim aramızda süregelen o sessizliğin sonunda. "Bakmak istemedim." diye açıkladım kendimi. "Albümü zaten çıkarılmış görünce özel olduğunu düşünmedim. Zaten fotoğrafı gördükten sonra bakmadım da."

"Diğer albümlerle birlikte çıkardığımı fark etmemişim." dedi ancak sesinde hiçbir kızgınlık yoktu aksine kendi hüsnü kuruntum olduğunu düşündüğüm bir rahatlama vardı sanki. "Sorun değil Sezenciğim, kimin görmesinden rahatsız olmayacağım sorulsa zaten seni söylerdim."

"Teşekkür ederim." dedim biraz şaşkınlık biraz gururla. "Babaanne." dedim oturduğum yerden kalkıp yanına otururken. "İstiyorsan hiç görmemiş gibi yaparım. Biliyorsun ben unutmak konusunda iyiyimdir."

Çaresiz bir avuntu içinde olduğumu biliyordum ve bu da onun merhametle gülümsemesine sebep oldu.

"Ah Sezen." dedi, sanki tam şu anda ruhunda beni doğruyordu. Bunca zaman bana bakarken gözlerinde gördüğünü düşündüğüm tüm o sevgi ve şefkati tek kalemde siler atarcasına bakıyordu öyle yoğun bir sevgi ve merhametle. Bana canından can vermiş bir öz anne gibi bakıyordu. "Benim güzel kızım." dedi bir eli yüzüme gidip okşarken. "Unutma." dedi rica dolu bir sesle. "Hatırla rica ediyorum."

SEZENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin