-4-

71 13 2
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

.

Üniversiteye başlayacağı yıl romantik döneminin zirvesindeydi Geto Suguru. Beethoven'ın elinden çıkmış bir beste kadar katmanlıydı. İçine doğru büyüyor, kendi içinde olmaktan, içine kapanmaktan, orada bulunup üretmekten büsbütün zevk duyuyordu. Konuşurken ve yazarken tamamen başka kişiliklere bürünüyordu. Ağzından çıkan hiçbir söz kağıda yazdıklarının seviyesine erişmiyordu. Konuşmak onu yavaşlatıyordu. Bu yüzden dinlemeyi tercih ediyor, yazılarını ise kendine saklamayı seviyordu. Üstelik liseden kalma bir kalp kırıklığı taşıyordu. Genç Werther'in Acıları'nı liseyi bitirdiği yaz okumuştu. Bir sanat dergisinden kesip sakladığı Carl Brandt'ın Sailing Boats kopyası ise neredeyse bir yıldır çerçeveli bir şekilde duvarında asılıydı.

Üniversiteye başladığında hiç olmadığı kadar büyüktü ruhu. Taşıyamayacağı kadar. Taşacak kadar. Paylaşmak isteyeceği kadar.

Ve paylaşmak istediği kişiyi çok çabuk bulmuştu.

Gojo Satoru ilk haftadan itibaren önce stüdyonun sonrasında da tüm kampüsün dönüp ikinciye baktığı, bakmalara doyamadığı ve çok kısa bir sürede herkesin konuşmaya başladığı kişi olmuştu. Suguru da onlarla benzer durumdaydı. Fakat o, diğerlerinden farklı olarak Gojo Satoru'ya baktığında her fırça darbesini ezbere bildiği bir tablo görüyordu. Sailing Boats. Aynı paletin, aynı zihnin, aynı yaratıcının elinden çıkmış kadar benzer. Ve Suguru sahip olmak istediği her bir tonu aynı eserde yeniden bulmuştu. Bu yüzden Gojo'ya bakmak her sabah uyandığında gördüğü tablo kadar tanıdık hissettiriyordu. Oysa Gojo Satoru yalnızca bir yabancı değil aynı zamanda bir yalancı ve aktördü.  Ancak o ilk zamanlar tüm bunlardan bihaberdi Suguru. Henüz onu tanımıyordu. Bu yüzden stüdyoya geldiği her gün gözleri önce o buz mavisini arıyordu. Gojo ise meşhur gülümsemesini kazanmamıştı henüz. Bu, çevresinde yarattığı etkiyi fark ettikçe oluşacak bir fenomendi.

Üniversite birle ilgili en büyük sıkıntı neredeyse tüm çalışmaları gruplar halinde yapıyor olmalarıydı. Her zaman bireysel ilerlemeye alışık olan Suguru için bu adapte olunması güç bir durumdu. Düşüncelerini başkalarına aktarmakta sıkıntı yaşıyordu. Kısa sürede grup çalışmalarından nefret etti. Ta ki birinci sınıfın ikinci döneminde Gojo Satoru'yla aynı gruba düşene dek.

Nanami, Mahito, Gojo ve Geto. Elle seçilmiş kadar kırık bir gruptu. Ya batacak ya çıkacaklardı. Ortası olmayacaktı. Belliydi. Nanami dönem sonunda bölümü bırakacaktı zaten. Kafaya koymuştu. Mahito her ders farklı bir hocayla tartışıyordu. Geto konuşmama hakkını kullanıyor, fikirlerini sesli bir şekilde dile getirmekten kaçınıyordu. Gojo'nun ise imzası haline gelecek olan parlak gülümsemesi yavaş yavaş dudaklarının kenarlarında açmaya başlamıştı. Mavi gözlerindeki yangının ilk kıvılcımları bakışlarından seziliyordu. O zamanlar güneş gözlüğü takmaya başlamamıştı henüz. Baş ağrıları o kadar ilerlememişti.

Stüdyodaki masalardan birinin etrafında ilk kez toplandıklarında ne Nanami'yi ne de Mahito'yu görüyordu Suguru. Gojo'nun sularına girmişti artık bir kere. Boğulacaktı, en başından beri biliyordu bunu fakat yine de bu çekime karşı koymamıştı romantik genç. Hiç bilmediği bu yabancı akıntılara kırık bir dal parçası misali kapılmayı göze almıştı. Ancak içten içe, batacağını bile bile kendine izin vermesindeki nedenin ilham olduğunun da farkındaydı. Üstüne sayısız paragraf yazılabilecek bir eserdi Gojo Satoru. Bir deniz kazasıydı.

ārdeō - sugusatoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin