Lütfen başladığınız tarihi buraya yazar mısınız?^^
🪄✨
~Gökçe'nin anlatımından~
Ben ve Sude yurdun yemekhanesindeydik. Yemekhanenin baş duvarında ki yuvarlak saat öğleden sonrayı gösteriyordu. Cam kenarının yanındaki masaların birinde karşılıklı oturmuş ertesi gün ki Edebiyat sınavı için ders çalışıyorduk. Önümüzdeki Edebiyat notlarını yalayıp yutmamız gerekiyordu.
"Gökçe, bir deftere bakar mısın doğru ezberlemiş miyim diye?" Sude'in sesiyle önümdeki defterden başımı kaldırdım. Defterini bana doğru uzatmış deftere bakmadan aklında kalanları söyleyecekti. Defteri elime aldığımda başımı hızlıca sallayıp "Tabii ki," dedim.
Ve Sude başladı sayıp dökmeye. Tanzimat'tan Milli Edebiyat'a kadar mı dersin, Namık Kemal'den Oğuz Atay'a kadar mı dersin ne varsa başladı anlatmaya. Tabii ki şaka yapıyorum, kızcağız hepsini nasıl ezberlesin? Refik Halit Karay mıdır, Koray mıdır her neyse o adamdan bahsediyordu işte.
Bir beş dakika sonra "Eserleri Memleket Hikayeleri ve Gurbet Hikayeleri," dediğinde başımı salladım ve bitirdiği için defteri ona uzattım.
"Gayet iyi ezberlemişsin. İnşallah unutmazsın."
Defteri alıp gülümsediğinde "İnşallah ya," dedi. "Yarın uyanıp kalktığımda tüm bildiklerimin beynimden uçup gittiğini fark edersem ben de yurdun ikinci katından dışarıya doğru uçacağım."
İkimizde güldüğümüzde kısa bir süre sonra yanımda ki camdan dışarıya baktım. Yurdun diğer sakinleri bahçe de bir kalabalık oluşturmuş, sanki yarına sınav yokmuş gibi voleybol oyunuyordu. Ben ise sıkıldığımı hissediyordum. Kollarımı arkama doğru gerdiğimde "Çok sıkılıdım ya," diye söylendim.
"Artık mecbur sıkacağız dişimizi biraz daha. Yarın ki sınavı atlatalımda gerisi kolay."
O sırada içinde ikimizden başka kimsenin olmadığı yemekhanenin sessizliğini başka sesler böldü.
"Ayşen, Yağmur'a şalımı getirmesini söyledin mi?" diyen Zeliha'nın ince ama aynı zamanda da kalın garip ses tonunu duyduğumuzda iki kanatlı yemekhane kapısına baktık. "Söyledim Zeliha. Dolabına bıraktım dedi ama dolabına baktığımda yoktu. Sen tekrar dolabından alıp başka bir yerde bırakmadığından emin misin?"
Zeliha başındaki dağınık ama gerçekten dağınık hatta gıjık topuzunu sallandıra salandıra, o bilindik hoyrat yürüyüşüyle arkamızdaki masalardan birine doğru yürüdü. "Eminim ya. Yağmur aldı ya sonra benden. Dolabımda değil zaten. Nereye bıraktı?"
"Valla bilmiyorum Zeliha. Yukarı gittiğimizde sende bakarsın." Ayşen'in ince ses tonu kulağımızın yanında vızıldayan bir sineği andırıyordu. Zeliha büyük pörtlek gözlerini yuvasından fırlayacak şekilde açtığında söylenmeye başladı: "Allah Allah ya. Yemin ederim deli ediyorsunuz insanı. Bir insan aldığı şeyi niye geri yerine koymaz ki? Te Allah'ım ya."
Yağmur'un koridordan gelen sesini duyduğumuzda Sude'yle karşılıklı olarak gözlerimizi devirdik. Yine sesinin çok güzel olduğunu sanan Yağmur yüksek sesle şarkı söylüyordu.
"Hah, bak geldi Yağmur."
"Ateşe düştüm ağahağahağahağahağğ..." Koridordan yemekhaneye doğru yaklaşan tiz, cırtlak sesi duydukça Sude'yle gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk. "Ellerdeeeğnn uzaaaağğkk."
"Yağmur, bir gel buraya çabuk!" Zeliha seslendiğinde Yağmur içeri girdi. Oldukça kısa boylu olan Yağmur, Zeliha ve Ayşen'in yaşıtıydı ve bizden bir yaş büyüklerdi. Aynı zamanda bu sene on ikilerdi ama Sude'nin deyişiyle 'Biz daha çok on ikiydik.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜÇ GÜNAHSIZ CAN
AdventureOnlar üç arkadaştı. Üç günahsız can... Sarı Sude. En asileriydi... Sude: Bomba olup patlayasım geldi hağ. Iska Ebru. En delikanlılarıydı... Ebru: Nasıl koşuyorum ben ayoğl. Yanık Gökçe. En sakinleriydi... Gökçe: Eeğ ben sakinim.