AA_2

74 5 1
                                    

Böğürtlen çalılarının arasında derme çatma ama egzotik bir havası olan tek katlı kulübeye girdiğimizde yorgunluktan ölüyordum.

Çocuk, isminin Kasım olduğunu söyledikten sonra bir şey söylememi beklemeden yoluna devam etmiş ve beni de peşinde sürüklemişti. Doğrusunu söylemek gerekirse buna bir itirazım da yoktu. Çünkü, yani, kim böğürtlen kokan ve üstünde çatı olan yer yerine böcek dolu bir yerde kıvrılıp uyumayı tercih eder ki?

O bomboş çayırdan buraya geleceğimizi kim bilebilirdi ki? Tamam, belki o kadar lüks ya da muhteşem değildi ama en azından böğürtlen kokan bir bahçemiz vardı. Gerçi Kasım burayı boş bulup mu konmuştu yoksa kulübe onun muydu bilmiyordum. Ama şuan buradaydık ve bunu düşünecek değildim.

Kulübe tahtadandı ve sarı çimenlere yakın kısımları yosun tutmuştu. Bu kuru çayırda nasıl yetiştiklerini anlayamadığım birkaç sarmaşık çatıya doğru uzanıyordu. Bu da eve egzotik bir hava katıyordu.

"Ağzını kapatmayı düşünüyor musun?" diye sorduğunda dikkatimi böğürtlen toplamakla meşgul olan Kasım'a verdim. Aslında ağzımı hiç açmamıştım ama galiba bunu mecazi olarak söylemişti çünkü iki saattir evi kesiyordum.

İtiraf etmek istemesem de hayret ediyordum doğrusu. Adam sırtında ben varken en az on kilometre koşmuş şimdi de kıçı yer görmeden böğürtlen topluyordu.

"Ne yapacaksın bunları?" dedim sorusunu üzerime alınmadan. Cevap verme gereği duymadan omuz silkti. Sırtta gezinen ben olsam bile şuan yapmak istediğim tek şey uyumaktı.

"Uyumam gerek," dedim esnememin hemen ardından. "Yoksa ölebilirim."

"Böğürtlenlerle dolu bir yerde ölümün o kadar da kötü olacağını sanmıyorum." dedi. Gözleri hala çalılardaydı. Galiba bu 'Hayır, uyuyamazsın.' demenin başka bir versiyonuydu ama aldırmadım. Yer yer kırmızı olmuş elleriyle bir dalı tuttu ve böğürtlenlerini topladı. Sonra da onları hasır sepetin içine doldurdu.

Onu taklit ederek omuz silktim ama bana sırtı dönüktü, bu yüzden görmedi. Birkaç dakika bekledikten sonra konuşmayacağını anladım. Uykuya yenik düşerek ayaklarımı kapıya doğru sürüdüm ki duyduğum sesle elim kapı kolunda kaldı.

"Konuşmamız gerek, biliyorsun değil mi?" dedi ve böğürtlenleri dökmemek için büyük çaba harcayarak ayağa kalktı. Sonunda bana bakarken devam etti. "Bunları şaka sanıyorsan çoktan öldün."

Aslında bütün insanların uykuya ihtiyacı olurdu. İster seri katil olsun isterse aranan bir soyguncu olsun, uyurlardı. Ama bunu söyleyerek konuyu uzatmak istemedim çünkü Kasım, hayatımda görüp görebileceğim en ciddi adamdı ve bir bakışı bile kan donduruyordu. Hem de kucağındaki böğürtlenlere rağmen. Bir an buraya gelerek doğru yapıp yapmadığıma emin olamadım.

Belli belirsiz kafamı salladıktan sonra içeri girdim. Tamam, çok korkunçtu. Ama ben de salak falan değildim. Kendimi korumayı biliyordum. Can evinden vurmayı. Ayrıca cebimde bir çakı vardı, bunu da unutmamıştım. Gerekirse kullanmaktan bir an bile tereddüt etmezdim. Belki salak, yardıma muhtaç bir kız gibi görünüyor olabilirdim ama yıllar boyu kendimi korumayı başarmıştım ve benim için bir adadan kaçmak günlük bir ihtiyać haline gelmişti. Kaçmazsam boş hissediyordum sanki.

Sadistlere yakışır bir gülme ihtiyacımı bastırdıktan sonra etrafıma bakındım. Sadece üç kapı olduğunu gördüm. Kulübe dıştan büyük görünüyordu ama içerisi öyle değildi. Birisinin tuvalet olduğunu sanıyordum çünkü gerçekten çok kötü kokuyordu. Bu yüzden onu es geçip yan odaya girdim.

Karşımda klasik öğrenci evi denilebilecek bir mutfak duruyordu. Hayal kırıklığıyla başımı salladım. Korkunç adamdan büyük falso.

Mutfak tezgahının üzeri kirli tabak ve çatallarla doluydu. Yıkamaya üşeniyor muydu, vakti mi olmuyordu yoksa gerek mi duymuyordu bilmiyorum ama burasının da yandaki tuvalet kokusunun başka bir versiyonuydu.

Duş almam, yemek yemem ve uyumam gerekiyordu. Ama bunların hepsi ertelenilebilir şeylerdi ve birkaç saatlik tartışmaya göz yumabilirdim. Her ne kadar kendimi koruyabilsem de Kasım'ın hakkını yememem gerekiyordu. Sonuçta beni buraya kadar getirmişti.

Dış kapı kapandığında bakışlarım mutfak kapısına kaydı. Elindeki iki sepet böğürtlenle komik görünüyordu. Tabi korkunç bir adamın olabileceği kadar. Ha, bir de bana bakmadığı sürece ki bunu yeni fark etmedim. Karşısında dikilmesem beni fark etmediğini düşünürdüm. Beni görmezden geliyordu ama buna pek de şikayet etmiyordum. Göz önünde olmaya pek alışık değildim ve gözler bana döndüğünde kendimi tuhaf hissederdim.

Bir müddet pazarı andıran tezgahta bir şey aradı, ne kadar arasa da bu karmaşada hiçbir şey bulamayacağını fark etmişti ki iç çekti ve böğürtlenleri genişçe bir tabağa boşalttı. Ellerini masadan aldığü beyaz bir peçeteyle temizledi ve sandalyelerden birine yayıldı.

Hala ayakta durmaya devam ediyordum. Galiba daha kolay kaçabilmem için ama içten içe şuan gitsem umrumda bile olmayacağını biliyordum. Derin bir nefes aldığımda, beklediği buymuş gibi konuşmaya başladı.

"Hayatını kurtardım. Farkındasın değil mi? dedi gözlerini gözlerime dikerek. Koyu kahverengi gözleri çamuru andırıyordu. Kesinlikle beni yok sayması daha iyi gibiydi.

Açık pencereden rüzgar içeri süzüldü ve hemen ardından tahta kapı sertçe kapandı. Cereyan olduğunu biliyordum ama korkuyla kapıya bakmaktan kendimi alamadım. Kasım sanki duymamış gibi konuşmasına büyük bir ciddiyetle devam etti. "Bana ayak bağı oluyorsun. Söyle bana, seni neden burada tutmalıyım?"

Bir şey demedim, diyemedim. Diyecek bir şeyim yoktu ki. Arkamda bir çok cansız beden bırakmıştım. Yas tutmayı bırak, dönüp bakmamıştım bile. Şimdi ona ne diyebilirdim ki? 'Lütfen beni yanında tut, tek başıma olursam düşünmekten kafayı yerim!' mi? Yoksa, 'Burada kalmama izin ver, aksi taktirde böğürtlen çalılarının arasında çürürsün.' mü? Belki de bir katil olmam umrunda bile değildi. Ya da o da benim gibi bir katildi. Hem de benden daha acınası. Belki o da benim gibi kafayı yediğinden şüpheleniyordu ve o yüzden beni yanında istiyordu. Gerçi yanında istediğinden pek emin değildim ama...

Uzunca nefes verdi ve masadan destek alarak ayağa kalktı. "Hayatını kurtardım. Yaralarını kendi tişörtümle sardım," dedi bir marifetmiş gibi çıplak göğsünü işaret ederek. Yine de gözlerimi çıplak göğsüne çevirdim. Daha önce dikkatimi çekmemiş olması tuhaftı ama olanlar göz önüne alınınca imkansız da değildi. Uzatmadan tekrar gözlerine baktığımda devam etti.

"Seni buraya kadar sırtımda taşıdım. Ama şuan benim hiçbir işime yaramıyorsun. Aslında seni buraya bile getirmemem gerekiyordu. Benden bu kadar." dedi ve iki adımıyla kapıya ulaşarak önünde dikildi. Çıkmamı beklediği kesindi.

Ama ben gitmek istemiyordum ki. Tamam, belki çok iyi anlaşmamıştık ama en azından yalnız değildim. Burada kalmalıydım. Bunun için bir şeyler yapmam gerekiyordu ama o an aklıma en ufak bir fikir bile gelmiyordu. Sanki yüzümdeki ve bacaklarımdaki çizikler beynime vurmuş gibiydi.

İşte tam o anda, bütün umudum yok olduğunda cebimdeki çakıyı fark ettim. Kasım'ın karnına güçlü bir tekme geçirdiğimde Kasım şaşkınlıkla sendeledi. Bunu beklemediği tartışılmaz bir gerçekti. Kendine gelemeden bacağını yerden kesmek amacıyla bir tekme daha savurdum. Bu sefer toparlanamayıp yere düştüğünde hemen üstüne atıldım ve cebimdeki çakıyı çıkarıp boğazına yasladım.

"Söylemeyi unuttum, iyi dövüşürüm."

#

01.07.2015

#

Sonunda 2. bölümü paylaşabildim. Umarım okumaktan zevk almışsınızdır. *-*

Aynaların ArasındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin