Saat 09:05 - Pita'nın Odası

5 0 0
                                    


"Zaman öylece umarsızca akıyor. ne için? kim için? her şey son buluyor, aramıyorum artık o eski zamanları, onlar geride kaldı, bir silik nokta şeklinde bana bakıyorlar ama onları artık göremiyorum."

Pita, dışarıya bakan koltuğuna yavaşça otururken, güneşin ısıttığı odada bir sıcaklık dalgası hissetmişti. Koyu perdelerde dans eden ışık, odanın içine bir nehir gibi süzülmüştü. Pita'nın yorgun gözleri daha açılmamışken, kafasında beliren zamanın geçişi düşüncesi biraz da olsa onu rahatlatmıştı. Çünkü artık zamanın ileriye doğru sarmasıyla birlikte kavramaya başladığı şey; yaşadığı şeyler ne kadar korkunç veya acı dolu da olsa, yavaş yavaş yok olduğuydu. Belki de hiç yok olmayacaktı, yok olma düşüncesini kenara attı bu yüzden, ama nedense arada karşısına çıkan yorucu hatıralar yine onun ellerinden kayboluyordu. Kayıpları çoktu, bunun acısını yıllarca yaşadı da, yaşamak zorunda olduğunu da her zaman kendisine söylemişti. Bu sabah düşündüğü zamanın geçişi, yani yavaştan hatıraların derin anlamları yok ettiği düşüncesini iyice hissetmişti. Bunları düşünürken aslında haıralar yine canlanıyorlardı ama yine yok olacaklardı.

Peni'yi kaybedeli tam 3 yıl 8 ay olmuştu. Bu süre zarfında birçok kez ölmeyi dilemişti, ama hiçbir zaman cesaret edememişti. Bu yüzden kendini her zaman korkak, hayatı seven bir şımarık ve hain olarak görüyordu. Bu düşüncenin nedeni; kardeşi Peni öldüğünde içindeki çığlıkların, onun yaşamasının bir anlamını yitirdiğini söylemesiydi. Hissediyordu ki bugün veya yarın kendini öldürecekti, ama 3 yıl 8 ay sonra hala hayattaydı. Bu tatsız hissiyat, bedeninin her yerine işlemişti. Ancak bu sabah güneşin içeriyi ısıttığı rahatsız edici sıcaklık yüzünden anlamsız bir şekilde zamanın geçişi gözünün önüne gelmişti. Bu geçişin her anını düşündüğünde, uzun zaman sonra hafif bir tebessüm bile etmişti. Çünkü pek çok kez denemişti; her şeyi geriye almak, gidenleri geri getirmek için, serserice dolaştığı süreç boyunca yaşamak ve ölmek için derin anlamlar aramıştı. Ancak ne yaşamak ne de ölmek için berrak bir neden bulmuştu. Bu sabah itibariyle, bugün kendine yaşamak için daha derin bir anlam bulmanın yolunu keşfedecekti. Çünkü ölmek için olan anlamı ve nedenleri zaman alıp götürüyordu. Kardeşinin hatırasına saygısızlık olmasın diye, onun ölümünün bir boşunalığı olmasın diye hiç yoktan yaşamanın manasını bulacaktı.

Pita ayağa fırladı, aylarca katıldığı o grup terapilerinde verdiği suskunluğu bugün bozmak istiyordu ama nasıl? Peni'nin ölümünden sonra birçok insan tanımıştı, ama hiçbirini kendisine yakın bulmamıştı. Çünkü insanlar anlamlarını Peni olduğu zaman kazanıyorlardı. Peni, kendisinden ayrı olarak yaratılmış bir varlıktı ve bu yüzden ona baktığında dünyada kendisi dışında da hayatların, düşüncelerin, zeki ve olgun insanların olduğunu düşünüyordu. Ama artık Peni yoktu. Bu yüzden dünyada var olan diğer canlı hayatların onun gözünde bir anlamı kalmamıştı. Zoraki tanışmalar olmadığı sürece, artık insanları tanımak istemiyordu. Kendisi Peni'nin olduğu dönem daha dışa dönük ve yaramazdı, ama ölüm onu uysallaştırmıştı. Dünyada var olan tüm dinlere ve tanrılara karşı bir tür küskünlük besliyordu. İlk zamanlarda bu duygu, bilinçsiz bir tepkiydi; ancak zamanla, bu küskünlük, inanmak istemediği bir inançsızlık formuna evrildi. Pita'nın iç dünyasında, insanın bir şeye inanmak istediğinde, sadece inanmanın yeterli olduğuna dair bir düşünce yeşermişti. İçgüdüsel olarak insanın, kendi inancının doğru olacağına dair bir güveni vardı ve bu düşünce, kendi inancını doğrulayan mantıksal argümanlarla karşılaşmasına neden oluyordu. İnsan, kendini yerin altında bulunan varlıkların yönetiminde olduğuna inandırmaya başlasa dahi, ikna olabilmesi için düşüncelerine ve kendi mantığına uygun argümanlar geliştirecekti. Eğer yer altındaki varlıkların varlığını kabul ediyorsa ve bu varlıkların insanı tanrı gibi yönettiği fikrini benimsemişse, bu düşünceye destek veren mantıklı ve tutarlı fikirlerle karşılaşacaktı. Kısacası, böylesine saçma bir düşünce bile insan aklında inanmak için mantıklı sebepler bulabilecek düzeydeydi. inandığı şey inançların daha çok insanım ihtiyacın doğrultusunda ortaya çıktığıydı. Ama artık içindeki inançları daha anlamlı hale getirmek ve değiştirmek niyetindeydi.

Dışarıya baktı, hava biraz içini ısıtıyordu. Odasına göz attı; kendisi pencere kenarında bir boşluk gibiydi. Pita, yaşamın ve ölümün ardındaki anlamları arayarak odasında bir an için durdu. Pita'nın uyuşmuş gözleri, içerideki dağınık ve karmaşık düzeni taramıştı. Mobilyalar genellikle ikinci eldi ve farklı tarzları bir araya getirmişti. Kapıya yakın sol tarafta kalan kırık dökük bir raf, üzerinde çeşitli objelerin rastgele durduğu eski bir kitaplıktı. Duvarlar, yolculukları sırasında topladığı ilginç nesneler ve sanat eserleriyle süslenmişti. Zamanla solmuş bir tablo, geçmişin anılarını yansıtıyordu.

Kitaplar, gazeteler ve notlar her yerde rastgele bir şekilde duruyordu. Sağ tarafta eski bir masa, üstünde karışık kağıt yığınlarıyla dolup taşıyordu. Oda, eski eşyalar ve bu eşyaların taşıdığı hikayelerle dolu, karmaşık bir atmosfere sahipti. Duvarlarındaki çatlaklar ve eski halı, mekana zamansal bir derinlik katıyordu. Arkasındaki koltuk, yıpranmış ancak hala rahat, Pita'nın düşünce dünyasını saran ve zamanla şekillenmiş bir mobilya parçasıydı. Odada dolaşırken, her nesnenin bir hikaye anlattığını hissetmişti. Dağınık düzen, onun iç dünyasının yansıması gibiydi; geçmişin izleri, duygusal yükleri ve kayıpları. Odanın her köşesi, zamanın ağırlığını taşıyan bir anıya ev sahipliği yapıyordu.

Pencereden vuran ışık, Pita'nın gölgesini içeriye şekilsiz bir şekilde aktarıyordu, yumuşak ışığın yarattığı bu gölge, Pita'nın iç dünyasında derin bir düşünce dalgası başlatmıştı. Hafif düzensiz dalgalı saçları yatağının köşesine çarpıyordu, uzun zaman sonra sanki ilk kez kendini görüyormuş gibi hissetti ama bu onun sadece gölgesiydi. "Gölgemiz, ışığın titrek dokunuşuyla belirirken, iç dünyamızın gizemini açığa çıkarır. Anın içinde kaybolan gölge, zamanın hüznünü hatırlatır." Bu sözü mırıldanarak nerede duyduğunu hatırlamaya çalıştı, haftada bir kaç defa gittiği o ucuz biletli tiyatro oyunlarından biridir diye düşündü. O an oyunu seyrederken sadece zaman öldürmek istediğinden oyunun çoğu detayına odaklanmamıştı, ama gölgesininde bir yarası olacağını ve bunun bu şekilde ortaya çıkacağını düşünmemişti.

Perdeyi çekti ve gölgeyi yok etti, bugün daha özenli giyinecek ve daha anlam arayışlı bakacaktı her şeye, hafif cızırdayan dolabının kapağını açtı, çok düşünmesine gerek yoktu çünkü çok az kıyafeti vardı. Pita 28 yaşında atletik bir vücuda sahipti, şehrin içinde yaptığı uzun yürüyüşler onu bedenen dinç tutuyordu, ama giyim tarzı fiziğini öne çıkaran cinsten değildi, bol giyinmeyi seviyordu, bol bir pantolon üzerine bol bir tişört hepsi bu. Dolabını kapatırken cızırdayan seslerle birlikte içsel bir hazırlık yapmış gibi hissetti. Aynanın karşısında, saçını yana atarak basit bir düzenleme yapmaya çalıştı. Ancak dağınıklık, hala onun içinde kendini gösteriyordu. O an, aynadaki yansıyan yarım gülümsemenin altında ne kadar aciz hissettiğini düşündü. Yüzünde beliren bu tebessüm, içindeki karmaşık duyguların yalnızca bir yansımasıydı. Gözlerinde, hayatın getirdiği zorluklara karşı kazandığı deneyimlerin izleri vardı. Bir haftadır sakal traşı olmamış olması, ona özgü bir asi ruh hali veriyordu. İşinden izin alarak, kendisine vakit ayırmış ve bu süreci biraz da kendine dönüş için bir fırsat olarak görmüştü.

Sakalını uzatmış olması, belki de hayatına farklı bir dokunuş katmanın bir yolu gibiydi. Bu haliyle, içindeki çelişkileri kabul ediyor, kendi gerçekliğiyle barış içinde yaşamaya çabalıyordu. O an aynada, yüzündeki ifadenin ötesinde, ruhundaki derinlikleri görebiliyordu. Belki de acizlik değil, yaşamın karmaşıklığına karşı duyduğu bir çeşit mücadele ve direniş vardı bu yarı gülümsemesinin altında.

Pita, eski masasının üzerinde savrulmuş kitaplara göz attı. Albert Camus'un "Yabancı"sı ve Sartre'ın "Varlık ve Hiçlik"i, odanın eski dünyasının izlerini taşıyordu. Kitapların arasında kaybolmuş gibi duran Pita'nın kafasında, felsefi düşüncelerin izleri belirmeye başlamıştı. Bu eski kitaplar, onun iç dünyasında derin düşünceleri tetikliyor gibi görünüyordu. Masasının yanındaki aynada kendi yansımasına tekrar baktığında, geçmişin ağırlığından sıyrılmaya karar verdi. Kitaplar, ona hem bilgelik hem de özgürlük sunuyor gibi görünüyordu. Bu düşüncelerle dolu kitaplar, odanın içindeki atmosferi değiştirmiş, içindeki düşünce fırtınasını beslemişti.

Pita, kendi düşüncelerinin ağırlığından kurtulmak ve yeni bir başlangıç yapmak istiyordu. "Biz insanlar bazı şeyleri düşünmeye başlayınca duraksarız ve bu duraksamalar hamle anlarımız için geç kalmalara neden olabilir." diyerek, kendi içsel çatışmalarını kabullenmeye ve değişim isteğine odaklanmaya karar verdi. Kapıya doğru ilerlerken, odanın içindeki atmosferi geride bırakarak dışarı adım attı.

Pita, Pita Ve PitaWhere stories live. Discover now