Sabah alışkanlık olarak erkenden kalkmıştım, fakat bir işim olmadığı için kelimenin tam anlamıyla yaylana yaylana hareket ediyordum. Önce duşa girdim, uzunca duşta kaldım. Saçlarımı kaç defa şampuanladığımı hatırlamıyorum. Duştan çıkıp üstüme salaş bir şeyler geçirdikten sonra en düşük seviyedeki saç kurutma makinesiyle saçlarımı kurutmaya başladım, bir işim olmadığı için o kadar rahattım ki.
Sonrasında kendime güzel bir kahvaltı hazırladım, en son ne zaman evde kahvaltı yaptığımı hatırlamıyordum. Kahvaltım bitmeye yakın telefonum çalmaya başladı, arayan ablamdı. Bir süre sohbet ettik, ardından ablamdan beklemediğim bir soru geldi. "Geçen Ferdi'ye gitmiştin, ne oldu barıştınız mı?" "Yok." "Ne demek barışmadınız, boşuna mı gittin sen oraya?" "Yardım istemişti gittim ben de abla ya, ben de istiyorum barışmayı." Ablam bana laf etmeyi sürdürürken "Tamam abla hadi görüşürüz!" diyerek aramayı sonlandırdım. Mutfağı topladıktan sonra salona geçtim ve koltuğa yayılırken rastgele bir film açmıştım.
Tam izlediğim filme odaklanmıştım ki telefonumdan gelen sesle yerimden sıçradım. Bir anda nefesim kesilmişti, Alev'in aradığını gördüğümde bir nefes aldım.
"Alo?" "Bir saate bizim klasik kafede ol." Telefon yüzüme kapandığında bir süre Alev'in dediklerini algılamaya çalıştım. Ardından karnımda stresten oluşan ani karın ağrısıyla hazırlanmaya başladım.
Kendimi bildim bileli anlık gelişmeler beni kaygılandırırdı. Üstüme gri bir tişört, altıma da siyah bir kot giyindikten sonra hafif bir makyaj yapıp ardından çantamı da hazırladım ve evden çıktım.
Arabaya binip ezbere bildiğim yoldan ilerledim, uzun süredir de o kafeye gitmiyordum. Radyodan çalan slow bir şarkıyla yaklaşık yarım saat daha arabayı sürdüm. Kafeye yaklaştığımda park etmek için uygun bir alan arıyordum, uzun uğraşlar sonucunda buldum ve park ettim. Arabadan çıktığımda merak hissi tüm vücudumu kaplamıştı, içimden bir ses bir olay olacak diyordu.
Kafeden içeri girdiğimde haksız değildim, çünkü gördüğüm manzara asla düşündüğüm manzara değildi.
Alev, Erenay ve Kerem'i aynı masada gördüğümde masanın dördüncüsünün ben olduğumu fark ettim. Alev'le göz göze geldiğimde arkamı dönüp hızlı adımlarla lavaboya kaçtım, neden bu kadar tepki verdiğimi de bilmiyordum ancak öylece orada dikilemezdim de. Birkaç saniye sonra tahmin ettiğim gibi Alev lavaboya girdi. "Neden haber vermedin?" "Haber verseydim geçiştirip duracaktın çünkü İris. Bir sen hazır hissetmiyorsun, bir o hazır hissetmiyor. Kaç kaç nereye kadar?" Haklıydı, fazlasıyla. Kollarını açarak bana doladı ve kulağıma doğru konuşmayı sürdürdü. "Şimdi git, konuşun ve lütfen barışın. Hiç yapamadığımız o ikili buluşmaları daha da ertelemek istemiyorum." Güldüm ve kafamı salladım. Lavabodan çıktığımızda bizi gören Kerem ayaklandı, birbirimize kafa selamı verdik, ardından Alev'in yanına geçerek dışarı çıktı. Ortalıkta sadece Erenay ve ben kalmıştık.
Bir süre ayakta kaldım fakat en sonunda daha da gecikmemem gerektiğini fark ederek yavaş hareketlerle Erenay'ın karşısına oturdum. Eninde sonunda konuşmam gerekecekti, lafı ağzımda geveledim. "Buraya benim de geleceğimden haberin var mıydı? Alev beni bir anda habersiz bir şekilde çağırdı çünkü buraya, eminim Kerem de aynısını sana yapmıştır." "Helin, buluşmamızı ben istedim."
Donup kaldığım o iki dakika boyunca iliğime kadar bir mutluluk hissettim. Üç senedir kendi hatamla bozduğum o arkadaşlığın düzeliyor olması oturup ağlamak istememe sebep oluyordu. Erenay'ın yüzüne bakmaya devam ederken, dakikalar boyunca göz gözeydik, kafasını yana çevirip kaşlarıyla yanındaki boş yeri işaret etti. Ses çıkarmadan yanına otururken kalp atışlarımı kontrol altına almakta zorluk çekiyordum. Masaya ellerimi uzattım, heyecandan zangır zangır titreseler bile durduramıyordum. Erenay tekrar beklenmeyeni yapıp elimi tuttu. "Bizi özledim Helin, yuvamı özledim."
Gözlerim sulanıyordu, ağlamanın sırası değildi. Erenay yüzüme bakarken ifadesi yumuşadı, boşta kalan elini yanağıma yerleştirip gözlerimden akan yaşları sildi. "Ben de bizi çok özledim Erenay." Kısık bir sesle söylesem bile yeterince efektif söylediğimden emindim, bakışlarımızı bir kere bile birbirimizden ayırmamıştık ve heyecandan hâlâ tir tir titriyordum. Anlık gelen cesaretle o anın bu an olduğunu düşünüp yüzümü Erenay'a yaklaştırdım, ne yapmaya çalıştığımı anlayan Erenay eylemimi benim yerime sonuçlandırdı.
Tanışıklığımızın 7.yılında, en mutlu olduğum an, en yakın olduğumuz an buydu. Birleşen dudaklarımız sanki birleşen ruhlarımızı sembolize ediyordu. Gözlerimden hafifçe süzülen yaşlar ve Erenay'ın devamlı bir şekilde gözyaşlarımı silmesi, dudaklarımızın ritimli ve birbiriyle uyumlu bir şekilde hareket etmesi, hayatım boyunca böyle huzurlu hissettiğimi hatırlamıyordum. Bir süre sonra yüzümü yüzünden uzaklaştırdım ve kısık sesimle bir soru yönelttim Erenay'a. "Beni affettin mi?" Erenay çatılmış kaşlarla bana baktı. "Siktir Helin, arkandan gelmediğim için ben özür dilerim." Gülümsedi ve az öncekinden daha hızlı bir şekilde dudaklarımızı birleştirdi. Bu az öncekinden çok daha hızlıydı, sanki konuşmadığımız o üç yılın acısını çıkarıyordu. Kollarımı boynuna doladım, yuvam olan adama sarılıyordum.
"Tamam! Yeter bu kadar!" Tanıdık gelen sese göz devirdim, Kerem Aktürkoğlu tam zamanında karışmıştı olaya.
Kitaptaki paralellerin anlaşılması adına deathbyathousandcut'ın Elleri Ellerime kitabının okunmasını şiddetle öneriyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu aşk fazla sana, kadıoğlu
FanfictionSlow Updates. İris Boz, üniversiteden geri döndüğünde eski arkadaşı, arkadaş kelimesi onlara uygun değildi, yuvası Ferdi Kadıoğlu ile tekrardan karşılaşmayı beklemiyordu.