Bölüm 5

88 10 10
                                    

YN: Merhabaaa! Nasılsınız bakalım görüşmeyeli? MC "şeflerini" dövmeye ne zaman gidiyoruz? Ben baya bilenmiş durumdayım da hani. Neyse, buraya içimi döküp uzatmayayım, bizim için şampiyon kim belli zaten. Bir Kupa İki Şampiyon'dan devam biz. 💙🌻

Hâlâ okuyan varsa, keyifli okumalar diliyorum.


"Ev."

Barbaros'a ve de birçok insana soracak olursanız; insanın evi, içinde sadece nefes aldığı, barındığı, yaşadığı yer olmamalıydı.

"Ev" dediğin aynı zamanda yuvası olmalıydı insanın— kendisini güvende ve huzurlu hissettiği yer olmalıydı. Başka hiçbir yer insanın evi kadar huzur dolu hissettiremezdi, ev sadece dört duvarla kaplı bir yapıdan ziyade insanın yuvası olduğunda.

Barbaros, mutfak harici hiçbir yerde kendisini yuvasında hissedemiyordu uzun zamandır; mutfak kadar hiçbir yer, aidiyet hissi vermiyordu ona. Dört duvarla kaplanmış olması gerekmiyordu onun yuvasının. Ateşi, bıçakları ve de ekipmanları olduğu sürece yuvasındaydı o.

Yuvasında olmadığı zamanlarda, fazla geldiğini hissediyordu bu evrene. Hem fazla, hem de bir o kadar az.

Evine, hatta şu koca dünyaya sığdıramamıştı kendisini bir türlü.

Somon rengindeki altı katlı bina görüş açısına girdiğinde birkaç saniyeliğine duraksadı kıvırcık saçlı adam. Seneler geçmesine rağmen hâlâ alışamamıştı bir apartman dairesinde yaşamaya. Eskiden—kendisini yuvasında hissettiği o eski zamanlarda—müstakil bir evleri vardı. Çok iyi bir muhitte olduğunu söyleyemeyecek olsa da, bu soğuk apartmana tercih ederdi o evi.

Annesi çiçekler, kendisi ise domatesler, biberler yetiştirirdi o evin çocukluğundan beri emek verdikleri güzel, büyük ve verimli bahçesinde. Odasının penceresinden ona bakan, arka bahçedeki kayısı ağacı güvende hissettirirdi kendisini.

Her akşam annesinin yemekten sonra demlediği çayı yudumlarken günün muhasebesini yaparlardı ailecek ve Barbaros'un ele avuca sığmaz hallerini sevecen bir şekilde izler, zaman zaman da genç çocuğu uyarırdı anne babası.

Huzur Apartmanı'na giden dik yokuşu yavaş yavaş tırmanırken, dalları odasının balkonuna kadar uzanan heybetli ve güzel kayısı ağacının yapraklarının hoş hışırtısını, kendi yetiştirdiği domateslerin o güzel kokusunu yad ediyordu yüzünde buruk bir gülümsemeyle.

Lacivert sırt çantasının ön gözünden evin anahtarlarını çıkarttı ve apartmanın kulakları sağır edecek kadar rahatsız edici bir sesle açılan kapısını açtı. Zile basmak gelmemişti içinden. Annesinin diafondan "Kim o?" diye seslenmesini, hızlıca yukarı çıkmak zorunda kalmayı istememişti çünkü.

Asansöre binmek yerine dördüncü kattaki dairelerine çıkan merdivenlerden teker teker, ağır ağır çıkarken içindeki sıkıntı her adımda artıyor, sanki ayakları onu geri geri götürmeye çalışıyordu.

O hafta çekimler tamamlandıktan sonra ilk işi ertesi gün için 15.30 uçuşuna bilet almak olmuştu ve uçağa bindiğinden beri kendisini telkin etmeye çalışıyordu dese yalan olmazdı.

"Telefonda neden öyle saçmaladıklarını öğrenip sorun neyse çözeceğiz Barbaros," diye mırıldandı kendi kendine kim bilir kaçıncı kez. "Konuşarak halledilir her şey elbet, rahat ol."

Dairelerine ulaştığında derin bir nefes aldı ve kapıyı kendisi açmak yerine zile bastı bu sefer. Çok geçmeden annesinin sesi duyuldu kapının ardından: "Geldim, geldim!"

Babasının salondan "Kim geldi yine?" diye seslendiğini duydu annesi kapıyı açar açmaz.

Annesi karşısında onu gördüğünde minik bir sevinç çığlığı attı kollarını oğluna sararken: "Hoş geldin oğlum. İnsan bir haber verir ailesine, günlerdir ulaşmaya çalışıyoruz sana."

Uyanalım N'olursun | Serhat x BarbarosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin