Bazı zamanlar en dipte hissedersiniz. Hiç beklemediğiniz biri çıka gelir ve sizi kurtarır. Ona bağlanırsız, onu çok seversiniz, hatta onun size ait olduğunu ve sizinde ona ait olduğunu düşünürsünüz. Ama ne siz onunsunuzdur ne de o sizin. Yalanlar çıktı mı ortaya dünya tuzla buz olur sanki. Neye uğradığınızı şaşırırsınız. İşte o gün gerçekten hissizleştiğiniz gündür.
Babam eve geldiğinde neden iki koli çikulata aldığımı sorgulayıp durdu. Canımın çektiğini falan söyleyip sıyrılmaya çalıştım. Şuanda ailecek dizi izliyorduk. Daha doğrusu annem izliyordu biz de ona katlanıyorduk. Biraz hava almak için balkona çıktım. Mehmet'i arasam iyi olucaktı. Telefonu kulağıma koydum. Bir süre çaldı fakat açan olmadı. Doğaldı, annesi ölmüştü, kolay değildi.
İçeri geçtiğimde sonunda dizi sona ermişti. Anneme ve babama uyuyacağımı söyleyip odama doğru gittim ama önce mutfaktan bir çikulata paketi aldım. Odama geçip yatağa oturdum ve çikulatayı yemeğe başladım. Tatı çok güzeldi ve kaliteli bir çikulataydı. Pakedi bitirdikten sonra yorganı üzerime atıp uyumaya çalıştım.
Sabah yerimden sıçrayarak uyandım. Rüyamda annemin öldüğünü görmüştüm. Elimi göğsümün üzerine koydum. Kalbim fırlayacak gibi atıyordu. Gözlerimi yumdum ve neredeyse beş saniye boyunca açmadım. Bu dünyada en değer verdiğim şey ailemdi. Onlar benim her şeyimdi. Çoğu arkadaşım ya evlenmişti ya da başka bir eve çıkmıştı. Ama ben yapamazdım. Evet şuana kadar bir eş adayı bulamadım, bulsam belki evlenebilirdim. Hatta bu annemin çok hoşuna giderdi. Ama asla ayrı bir eve çıkmayı düşünmedim. Ben onlarsız yapamazdım.
Kendime bunun bir rüya olduğunu hatırlatıp yataktan kalktım ve elimi yüzümü yıkadım. Saate baktığımda alarmdan önce kalkmıştım. Üstümdeki pijamalarla odadan çıktım. Mutfağa geçip kendime bir kahve yaptım. Kolilerin içinde duran çikulata paketinden bir tane aldım ve kahveyle birlikte yedim. Çok iyi gelmişti.
Hazırlanmak için odama geçtim. Biraz makyaj yaptım ve üstüme kahve tonlarında bir pantolonla siyah dar bir bluz giydim. Ceketimi ve botlarımı giyip evden çıktım. Öncelikle Suna hanımı ziyarete gidecektim. Bunun için Koranlı malikanesine sürdüm. Evin önünde durduğumda arabamı içeri alabilmem için büyük demir kapı açıldı. İçeri geçip arabamı park ettim.
Kapıyıdaki güvenliklere Suna hanım ile görüşmek istediğimi söyledim. Biriyle telefonda konuştuktan sonra malikanenin kapısı açıldı ve hizmetli eliyle içeri geçmemi işaret etti. İçeri geçtim ve hizmetli önden ilerleyip merdivenler aşağı indi. Bende onu takip ettim. Aşağıda büyük bir salon vardı aynı zamanda çok güzel döşenmişti.
Suna hanım koltukta oturuyordu, beni görünce ayağa kalktı, "Hoşgeldiniz savcı hanım. Oturun lütfen.". "Hoşbuldum." dedim ve karşısındaki koltuğa oturdum. "Birşey içer misiniz, Melisa hanım?" diye sorduğunda kahve rica ettim. Aslında içmesem iyi olurdu. Ağır gelebilirdi ama canım cekti. Suna'nın akli dengesi yerinde olmadığından ifadesi geçersiz sayılıyordu. Ama sormam gereken sorular vardı.
"Nasılsınız Suna hanım?" diye sordum ve nedense sorunun ardından mutlu olduğu belli olucak şekilde gülümsedi. "İyi olmaya çalışıyorum, çok teşekkür ederim. Şu sıralar kimse iyi olup olmadığımı sormuyor. Sizden duymak tuhaf geldi. Siz nasılsınız?" dediğinde kadının haline acımıştım. "İyiyim, ben de teşekkür ederim. Size birkaç şey sormak için gelmiştim." dememin ardından hizmetli kahvelerimizi getirmişti. "Tabii buyrun. Eğer yardımcı olabilirsem ne mutlu bana." dediğinde küçük bir tebessüm ettim.
"Suna hanım o gün çok ayrıntılı konuşamadık." dedim sorguyu kastederek ve devam ettim. "Halit Gürsel adında bir doktordan bahsetmiştiniz. Bana onun hakkında biraz daha detay verir misiniz?". Başını olumlu anlamda salladı ve "Dediğim gibi her perşembe gelirdi. Erdal'ımla konuşurlardı. Bir seksen boylarında kızıl saçlı bir adamdı. Açıkçası onu gördüğüm zaman pek gözüm tutmadı ama Erdal da keyfinden değil Koray istediğinden tedavi oluyordu ona. Koray'ın arkadaşı mıymış neymiş. Bulmuş getirmiş. Erdal son zamanlarda dalgındı ama bir tadeviye ihtiyacı olduğunu ben de düşünmüyordum."
Gözleri dolmuştu. Yerimden kalkıp yanına oturdum. Bir kolumu destek verircesine omzuna attığımda konuşmaya başladı aynı zamanda ağlıyordu."Herkes bana deli muamelesi yapıyor savcı hanım. Ben ne gördüğümü bilmez miyim. Aklım başım yerinde benim. Erdal bir gün olsun elini kaldırmadı bana. Beni çok severdi. Evet çok üzgünüm birkaç gündür de toparlanamadım. Moralim çok bozuk. Ben kocamı kaybettim, kolay değil. Ama ben deli değilim. Her şeyi biliyorum, hatırlıyorum. O adam hayal değildi." ağlaması şiddetlenmişti ama devam etti. "Bana inanın savcı hanım. Doğruyu söylüyorum. Koray gelip bağırıp çağırdı. Onu suçlu bulduğumu, hapse attırmak istediğimi söyledi. Ben ne bildiysem onu söyledim, kimseye suç atmadım ki. Bana deli dedi. Deli... Ben deli değilim. Ben deli değilim. Ben deli değilim." sürekli son kelimeyi tekrarlayıp duruyordu. Ona sarıldım ve bir süre öyle kaldık.
Hayat ne acıydı. Sevdiklerini kaybetmek... Onlarsız hayata devam etmek... Benimde gözlerim dolmuştu. Suna sakinleşince ondan ayrıldım. "Özür dilerim savcı hanım. Tutamadım kendimi." dedi ama sesinde acı vardı. "Sorun değil Suna hanım asıl ben teşekkür ederim." dedim ve kahvemi içip kalktım. Beni geçirmek için kapıya kadar geldi. Tekrar teşekkür edip evden çıktım. Arabama binip karakola gittim. Leyla'nın yanına gidip hizmetlilerin ve melikanenin güvenliklerinin ifadesinin alınmasını istedim. Leyla söylediklerimi yapmak için gittiğinde bende onun masasına oturup malikanenin çevresindeki kameralara bakmaya başladım.
Ne kadar saat geçti bilmiyorum. Hala kameraları inceliyordum. Saate baktığımda akşam beş olduğunu gördüm. Biraz daha araştırabilirdim. Bir süre daha kameraları kurcaladıktan sonra birşey buldum. İşte buydu. Bulmuştum. Kuytu köşe bir kameraydı. Erdal'ın malikanesinin arka sokaklarından biriydi. Tenha bir yerdi. Suna'nın tarif ettiği adam telefonda biriyle konuşuyordu. Fakat kameranın kalitesi kötüydü bu yüzden yüzü net görülmüyoru. Ama bu yine de Suna'nın doğru söylediğini gösteriyordu.
Ardından yanıma Leyla ile Kazım geldi. Onları görünce ayağa kalktım. Büyük bir heyecanla bağırdım. "Buldum! Halit denen adamı buldum!". Leyla şaşırmışa benziyordu. "Malikanede çalışan bütün herkesin ifadesini aldık ama öyle birini tanımadıklarını ısrarla söyleyip durdular." dedi Kazım. "Bugün gidip Suna'yla konuştum. Bana Halit'in bir seksen boylarında kızıl saçlarında biri olduğunu söyledi. Bizar daha kameralara baktım ve arka sokların birinde Suna'nın tarif ettiği adamı gördüm. Bakın." diye ekranı gösterdim. "Gerçekten o gibi görünüyor." dedi Leyla. "Hemen Koray'ı çağırın buraya." dedim ve Kazım da onaylar şekile başını sallayıp gitti.
Ben de Koray gelene kadar bir yerde yemek yesem iyi olucaktı çünkü açlıktan ölecektim. Hemen karakoldan çıktım ve buraya yakın bir dönerciye gittim. Geldiğimde Mesut abiye seslendim. Buraya çok sık gelirdim. Karavanda satış yaparlardı. O da beni görünce "Her zamankinden, değil mi?" diye bağırdı. Bende onaylar şekide başımı salladım ve bir tabure çekip oturdum. Bir süre sonra yemeğim geldi. Tam bir ısırık alıcakken karşıdan gelen adamı gördüğümde durakladım. Bana doğru mu geliyordu o?
Bora Koranlı elinde bir çiçek demetiyle bana doğru geliyordu. Yanıma geldi ve karşıma bir tabure çekip oturdu. Çiçekleri önümdeki masaya bıraktı. "Nasılsınız sevgili savcım?" dedi. "Burda olduğumu nerden biliyorsun sen?" diye sert bir şekilde çıkıştım. Bu adam fazla oluyordu. "Sizi görmek için adliyeye gittim ama bana karakolda olduğunuzu söylediler. Karakola geldiğimde de burada olabileceğinizi söylediler. Anlayacağınız beni bugün bayağı bi' koşturttunuz." dedi. Tek kaşım havada onu dinliyordum. "Çiçeği size aldım. Hangi çiçeği sevdiğinizi bilmediğimden bende annemin en sevdiği çiçeği aldım size. Umarım beğenirsiniz." çiçeklere baktım. Gerçekten çok güzellerdi. "Çok teşekkür ederim. Ama bu samimiyetinizi hala doğru bulmuyorum." dememin ardından elini saçıma uzattı ve ne zaman oraya düştüğünü anlamadığım yaprak parçasını alıp yere attı. "Çok sinirlisiniz savcım. Bu kadar sinir bünyeye zarar haberiniz olsun." dedi. Yüzümde bir anda aptal bir tebessüm oluştu, kontrol edemediğim.
"Siz gülecekseniz ben hep şakalar yaparım sevgili savcım." dedi ve bir döner de kendine söyledi. Yemeklerimizi yemeye başladık. "Aslında size birşey sormak istiyordum." dedi Bora. Tam devam edecekti ki telefonum çaldı. Babam arıyordu. "Bi' saniye, önemli de " dedim ve telefonu açtım. Babam ağlayarak "Kızım!" dedi. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Birden ayağa kalktım. "Ne oldu baba?" diyebildim zar zor. Çok korkuyordum.
"Kızım, kızım annen ölmüş." hayat durmuştu sanki. Sesler, ışıklar, zaman. Gözümden bir damal yaş süzülmüştü. Etraf kararmıştı. Herşey anlamını yitirmişti. Hayat bu muydu? Bu kadar acımasız mıydı? İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. Anlamıyordum. Bağırıp çağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Annem, benim her şeyim ölmüş müydü?
![](https://img.wattpad.com/cover/360281036-288-k44856.jpg)