Narin, on iki yaşında bir bahar çiçeği gibi, masum ve kayıp bir ifade taşıyarak şu yabancı eve ilk adımını attığında, hayatının rengi, dokusu, hatta kokusu dahi tamamen değişiverdi. Annesiyle babası bir soba yangınında bu dünyadan ayrılmış, Narin'i o küçük köyde, yalnızlığın kollarında bırakmışlardı. Tek sığınağı, İstanbul'daki bir konakta hizmetçi olarak çalışan Neriman teyzesiydi. Neriman, ev sahiplerini zorlukla Narin'i yanına almaları için ikna etmişti. Ev sahibesi ise, evde genç bir erkeğin varlığını bahane ederek, bir kız çocuğunun varlığının evin huzurunu bozacağını öne sürmüştü, ama sonunda, bu kimsesiz kıza bir yuva olmayı kabul etmişti.Narin, bu ihtişamlı eve adımını attığında, her köşe ona bir öyküden fırlamış gibi yabancı geldi. Uzaktaki teyzesi Neriman ile şimdiye kadar sadece birkaç kez yüz yüze gelmişlerdi. Narin, teyzesinin İstanbul'daki bu zengin evde çalıştığını biliyordu, ama o evi, o duvarları, o tavanı, o hayatı hiç görmemişti. Evin hanımı, Mebrure Hanım, hizmetlilerle nadiren ilgilenir, evin tüm yükünü, adeta evin kahyası gibi olan Sakız Hanım'a bırakırdı. Sakız Hanım, evin her köşesini gözleyen, Mebrure Hanım'ın gözü, kulağı, hatta belki de vicdanıydı. Narin'in bu yeni dünyada yerini bulma çabası, işte bu yabancı ve gizemli evin koridorlarında başlamıştı.
Bir de yirmili yaşlarının başında, yine evin çalışanlarından, ateş kırmızısı saçlarıyla Yeliz vardı. Narin, Yeliz'in o alev alev yanan saçlarına hayran kalmıştı ama utancından bu hayranlığını dile getirememişti. Yeliz ise Narin'in evdeki varlığını ikinci haftasında anca fark edebilmişti. Niye fark etsin ki, Yeliz'e ne eve gelmiş sümüklü bir kızdan? Onun gözü hep magazin haberlerinde, dünyayı telefonun küçük ekranında yaşardı. Sürekli selfie çeker, mesajlaşır, kendi yarattığı dünyada dolaşırdı. Sakız Hanım ile arası fırtınalı denizler gibiydi; Sakız Hanım, "Eli işte gözü oynaşta," derdi sürekli. Yeliz'in annesi hasta olmasaydı, çoktan kapının önüne koymuştu bu saygısızı, sırf annesine hürmetinden kovmuyordu. Ayrıca, kendisinden dört yaş küçük olmasına rağmen, gözü sanki sürekli Batuhan'daydı. Lakin böyle bir şey olamazdı değil mi çünkü Batuhan henüz reşit bile değildi? Yine de, Yeliz'in bu keskin ve derin bakışları, gözden kaçırılmamalıydı.
Ama Batuhan... Ah, o Batuhan... Ev sahiplerinin on altı yaşındaki oğlu, bir doksan bir santimetre boyunda, okulun basketbol takımının yıldız oyuncusu; fakat yüreği, sanki yontulmamış bir taş kadar sert ve duygusuzdu. Derler ya, çocuk ailenin aynasıdır; Batuhan'ın anne ve babası da, sevgi dolu kimseler olarak anılmazlardı. Birbirlerine olan sevgileri de soru işaretleriyle doluydu. Babası, annesinin varlığını bile pek idrak etmiyor gibiydi; dışarıda başka ilişkileri olduğuna dair fısıltılar dolaşıyordu. Annesi ise, kocasından alamadığı sevgiyi biricik oğlundan bekler, bu sevgiyi alamayınca da kendi içinde bir fırtına kopar, oğluna daha da sıkı sarılırdı. Onun için dünyadaki en mükemmel erkek, oğluydu; kimse oğluyla kıyaslanamazdı. Ne var ki, Batuhan kendini kimseye layık görmüyordu; henüz on altı yaşında olmasına rağmen babasının kibrini miras almıştı, bu da onu yaşıtları arasında, maalesef, oldukça çekici kılıyordu ve Batuhan bunun farkındaydı.
Tüm bu hadiseler cereyan ederken, evin eşiğine mahçup, tatlı, yerden gözlerini kaldıramayan on iki yaşındaki Narin'in adım atmasıyla, Batuhan Namlı'nın dünyasında da küçük ama belirgin bir kırılma meydana geldi. Narin'e, Batuhan için alışılagelmişten uzun sayılabilecek otuz saniyeden fazla süren bir bakış fırlatmıştı; bu, o zamanlar için Batuhan adına bir rekor sayılırdı. Fakat bu bakış, hayranlıktan ziyade rahatsızlık barındırıyordu. Narin'in yerden gözlerini kaldırmaması, mavi hırkasındaki güve yenikleri, altında giydiği, Batuhan'ın hayatında ilk kez karşılaştığı ve adını koyamadığı şalvarımsı kıyafeti ve beline kadar gelen örgülerinden dökülen saç telleri... Batuhan, her bir ayrıntısından ayrı ayrı rahatsız olmuştu. "Bu kızın kimsesi yok mu?" diye sormuştu. "Yok," demişlerdi. Kısa bir üzüntü hissettikten sonra, kulaklığını takıp Call of Duty oynamaya başlamıştı. Bir çay kaşığı kadar duygu zenginliğine sahip olan Batuhan için bu durum belki de önemsizdi; ancak o ilk gün Narin, Batuhan'ın gözlerine bakamamıştı bile. Eve ilk geldiğinde onu arkadan bir anlığına görmüş, uzun boyuna, siyah saçlarının dalgasına hayran kalmış, sonra "Ne yapıyorum ben?" diye kendini çimdiklemiş ve bir daha gözlerini yerden kaldıramamıştı. O gün, Narin için, aşkın ne olduğunu bilmeden hissettiği mahcubiyet, Batuhan'a bakarken karnında hissettiği kramplar, yanaklarının kızarması gibi duygular başlamıştı. Tüm bunları ilk defa on iki yaşında, o gün hissetmişti Narin. Ve bu duygular, on altı yaşına kadar her geçen gün biraz daha artarak, kimselere söyleyemeden içinde büyümüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Yıldız
General FictionBatuhan "Narin" diye fısıldadığı anda, Narin birden yerinden fırlayıp kapıya yaklaştı. Batuhan'ın buraya gelmiş olması onu çileden çıkarmıştı. Gitmesi için yalvarmaya başladı; "Yapmayın ne olur, yalvarıyorum, olur mu böyle şey? Anneniz duyarsa!" diy...