𝐁𝐨𝐥𝐮𝐦 𝐗𝐗

17 3 0
                                    

Uzun süreli yürüyüşlerinin sonunda Durand, duvarda asılı duran ve aslında orada hiç de olmaması gereken bir atkı gördü. Herkes, atkının kime ait olduğunu anlamaya çalışırken Durand sessizliğini korudu. Onun yanında dikilmiş, saygı ve sessizlikle bekleyen Lucine de onun adına bir şey demedi.

Bir süre sonra prensesler, prense baktı ve Durand gülümsedi. "Bu atkıyı uzun zaman önce kaybetmiştim. Şimdi burada belirmesi tuhaf, acaba hep mi buradaydı da fark etmemiştik?"

Atkıyı eline aldı Durand, yumuşak pahalı kumaşın üstünde parmak uçlarını gezdirdi. Gözleri, her bir dikiş izini dikkatle incelerken etraflarındaki koridor yeniden şekillenmeye başladı. Ayaklarının altındaki zemin, bej rengini kaybedip koyu griye bürünse de aynı fayans olarak kaldı. Etraflarındaki duvarlar yükseldi ve genişledi, yükselen gölgeler ve gözler önüne gelen meşaleler taht odasını sundu onlara. Tam karşılarında boş bir taht, o tahtın az ilerisinde de kralın kendisi vardı.

Durand yutkundu, tam da aklına gelen anıyı sunmaya karar vermişti acımasız saray. "Öyle olsun bakalım," diye düşündü Durand umursamamaya çalışarak. "Eğer duvarları kaldırıp bir yerlere ulaşmamızı sağlayacaksa, bir kez daha yüzleşebilirim babamla."

Her ne kadar soluk, kısmen saydam ve silik olsa da Daemon'un kopyası bile en az adamın kendisi kadar ürperticiydi. Hayal kırıklığına uğramış gözlerini oğluna dikmiş, onun konuşmasını ve anıyı başlatmasını bekliyordu. Lucine ve prensesler, ondan biraz uzaktaydı Lucine, lordunu saklayamadığı bir endişeyle izlerken gözlerini merakla dikmişti.

Durand onlara bakıp gülümsedikten sonra gözlerini babasına dikti ve göğsünü kabarttı, atkısını boynuna sardı. "Baba, kralım. Hayatım boyunca sana saygı duydum ve sözlerinin ardındaki ilme güvendim. Anlam veremesem de, inançlarıma ters düşse de her zaman senin yolundan gitmek istedim çünkü senin daha iyi bildiğinden emindim."

"Ve buna rağmen karşıma geçmiş, beni ve kararlarımın kudretini eleştirme cesaretinde bulunmaktan gram utanmıyor musun?" diye kükredi sabırsız kral. Sesinin yankılanması o kadar gerçekçiydi ki Durand'dan çok Lucine dehşete kapılmıştı. Prensesler etrafa huzursuzca bakınırken sesin defalarca duvarlara vurup onlara geri dönmesini dinlediler.

Lucine kaskatı kesilmişti, bu sesten nefret ediyordu. Ama onu yok etmesini sağlayacak bir nefret değildi bu, ondan korkup kaçmasına yol açacak bir nefretti. Tiksintiydi, dehşetti, terörü doruklarına kadar yaşamaktı. Herkesi korkutan kral, Lucine için daha da korkutucuydu. Onun gözlerinde hayal kırıklığı ve sabırsızlık, ilan etmek üzere olduğu cezaları kafasında planlama tarzı ve o kaşlarını çatış şekli bile korkudan kalp krizi geçirtebilirdi kâhyaya.

"Baba, ağzından çıkanları kulağın duyuyor mu senin? Ecdadımız ve Leydi Barnabas'ın uğruna savaştığı hatta öldüğü bir özgürlüğü ellerinden almak istiyorsun, sırf gelecek belirsiz diye. Ne malum halkı korumak istediğin felakete dönüşmeyeceğin?"

"Seni ahlaksız!" diye haykırdı baba, sert tokadını oğlunun yüzüne geçirdi ve yere yığıldı. Kopya canını tıpkı o an yaktığı kadar yakmıştı, hissettiği itme gücü onu şaşırtmıştı.

Lucine sabırsızlıkla dişlerini sıktı ve yumruğu titredi, o korkusu hızla öfkeye dönüşürken diğer prensesler de hayret içinde olanları izliyordu.

Gözlerindeki kini saklama zahmetine girmeyen kral, göğsünü şişirdi. Taht odasında duran gardiyanlar, ses çıkartmadan odadan çıkıp gitti. Geride burnundan soluyan kralı ve babasının ayaklarının dibinde sızlanan prensi bıraktılar.

"Asıl sen ne dediğinin farkında mısın? Ülkemizi korumak isteyen bana, babana dediğin şeyin farkında mısın sen? Ne demek felakete dönüşmek? Senin gözünde bir terörist miyim ben, ha?" bir tekme geçirdi bunun üstüne Daemon. Durand'ın canı yandı ve bedeni bu güçlü etkiyle geriye itildi.

Gül DökümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin