𝐁𝐨𝐥𝐮𝐦 𝐕𝐈𝐈

35 5 1
                                    

Rehtanland kralının namı öyle kudretliydi ki, bakışları bile o kadar dehşet saçardı ki yokluğunda dahi kimse onu sinirlendirecek bir şey yapmaya cüret edemezdi. Başa geçenin oğlu olması da şaşırtıcı bir durum olmamıştı, Durand kesinlikle babası kadar ürpertici biri değildi ama öyle babadan tamamen saf, zararsız bir adam gelemezdi. Durand her ne kadar babasının zıttı olmayı tercih etse de paylaştıkları birçok yön vardı ve bunlar fiziksel özellikleriyle sınırlı değildi.

İkisinin de vatanları için atan kalpleri vardı, doğru olduğuna inandıkları şeyi yapabilmek için ellerinde ne varsa ortaya koyarlardı. Bir şeyi kafaya taktıkları anda geriye sadece onu yapmak kalırdı, sözlerinden dönmeyi akıllarından bile geçirmeyen ciddi adamlardı baba oğul. Rehtan ailesinin onurunu ikisi de önemserdi, bu konuda ayrıldıkları bir nokta varsa o da Durand'ın soylu olmayan insanları da kendi dengi olarak görüyor olmasıydı.

Durand'a göre liderler, halk için yaşardı. Daemon'a göre de halk, liderler için yaşardı. Kimin haklı olduğunu zaman gösterecekti. Ülkenin mevcut duruma bakılırsa lider, kendini yaşatan halkı yaşatmak için çabalıyordu, bir tür döngü kurmuştu Daemon.

Karmaşıktı bu işler, Durand her ne kadar büyürse büyüsün eline sağlam yönetim deneyimi geçmediği sürece bunları kavrayamayacağını biliyordu. Sadece savunduğu şeyler vardı, barış ve adaleti çok severdi. Geri kalan çoğu şey karışık gelirdi, babası da ona açıklamak yerine ya oğlunu azarlardı ya da anlamayacağını söyleyip kestirip atardı.

Üzücü olan, Daemon'un haklı olmasıydı.

Hiç değilse an itibariyle ülkelerin geleceği için iyi bir şey yapıyordu, Durand kendini böyle avuttu sıradan bir günde. Vekil kraldı ama yapacak işleri, prens olduğu zamanların işlerinden pek de farklı değildi. Babası gitmeden önce sorunları büyük ölçüde hallettiğini söylerken ciddiydi. Durand buna sevinse mi üzülse mi tam karar veremedi, ilk defa kral olmaya dair bu kadar gerçekçi bir deneyim yaşıyordu ve şimdi bile babası ona bu hazzı tadacak bir şeyler bırakmamıştı.

Durand sevecen ve dost canlısı bir prensti, onunla hemen hemen her konu hakkında rahatlıkla konuşulabilirdi. İnsanları severdi, hayvanları -tatlı olsun ya da olmasın- izlemekten hoşlanırdı ve onlara o an imkanı varsa mutlaka yiyecek bir şeyler verirdi. Tüm bu özellikleriyse babasının sert tutumu ve bakışlarında gizlemeye dahi çalışmadığı nefretiyle gölgelenirdi. Kral Daemon'a dair ne varsa korkulması ve yaklaşılmaması gerekirdi, buna oğlu da dahildi.


***


Kâhyanın zamanı olduğunda yaptığı pek fazla şey vardı, bunların hemen hemen hepsi de o saatlerde mışıl mışıl uyumakta olan prensi ilgilendirirdi.

Lucine, onu düşünmeyi çok severdi, hem de çok. Okuduğu her kitapta onu arardı, pişirdiği her yemeğe bakarken onları yerken efendisinin ne kadar sevineceğini hayal ederdi. Onun sevdiği müzikleri dinlerdi sadece, ona efendisini hatırlatan şeyleri yanında tutmayı severdi. Şans getirdiğine inanırdı, özellikle Durand'ın bir keresinde şakasına verdiği kolyeyi takardı gömleğinin altından. Onun varlığını düşünmek bile zihnini aydınlatırdı.

Onsuzken aklı büyük bir boşluktu, yıldızların olmadığı uzaydı, her şeyin her yönde aynı olduğu bir yalnızlıktan ibaretti. Evrenle birdi ama evren hiçti, zaman akıp gidiyordu ama nereye gittiğini bilmiyordu, hatta onsuz zamanında anlamı olmuyordu. Zaten insanlar, güneşe bakarak zamanı belirlememiş miydi? O ve güzel aydınlığı olmadan hiçbir şeyin anlamı kalmazdı, yaşam biterdi, her şey solardı ve canlar teker teker kaybolurdu.

Gül DökümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin