0.0

10 1 1
                                    

Yine ölmek ve delirmek arasında gelgitler yaşayacağıma emin olduğum bir güne uyandığımda saat daha sabahın onuydu. Şu lanet uyku bana bir türlü yetmiyordu ama kalkmam lazımdı. Bir saat sonra Rüya'nın arkadaşlarıyla buluşması vardı ve ben de orada olmalıydım. Hep olduğu ve olması gerektiği gibi...

Rüya benim ikizimdi. Aynı zamanda doğma sıramıza göre ablam da oluyordu ama bunu neredeyse her zaman bilmezden gelirdik. O ve arkadaşları nedense hep öğleden önce buluşurlardı. Ve benim her buluşmada bulunmam gerektiği için uykumu alamadan o yataktan çıkmak zorunda kalırdım. Gerçi ben zaten asla uykumu alamazdım ki. Yani öğleden önce değil de akşam vaktinde uyansan bile durum böyleydi. Benim aksime Rüya akşamları on bir gibi uyur ve sabahları yedide mutlaka uyanmış olurdu. Yaz, kış, sıcak ya da soğuk havalar, özel günler, tatiller ve ya hafta sonları bu konuda onda istisnalar oluşturmazlardı. Yalnızca çok hastaysa ve kendi vücudunu kontrol edemiyorsa dengesi bozulurdu. Onun dışında asla. Rüya'nın hayatı benim asla ulaşamayacağım bir düzene sahipti. Dersler, kurslar, insan ilişkileri ya da fiziksel sağlığı... Ne konuda olursa olsun çok titiz bir insandı. Tek kusuru çok Polyannacı biri olmasıydı.

Rüya, isminin hakkını verircesine rüya gibi bir kızdı. Her açıdan mükemmel görünür ve davranırdı. Ne vücudunda ne de davranışlarında en ufak bir kusur bulamazdınız. Tek sorun etrafındaki her şeye de sanki bir rüyaymış gibi tozpembe bakmasıydı. Tüm arkadaşlarını sütten çıkmış ak kaşık sanıyordu benim sevgili ikizim.

İşte bu yüzden onun her arkadaş buluşmasına ben de gidiyordum. Bundan iki sene önce yaşadığımız bir olaydan sonra onu asla tek başına dışarı göndermezdim. O, her şeyin iyi tarafından bakmaya o kadar düşkün ve alışkındı ki arkadaş dediklerinden biri içeceğine uyuşturucu katıp Rüya'ya içirse 'Yanlışlıkla olmuştur,' deyip o uyuşturucuyu katanı üzülmesin diye teselli etmeye çalışırdı. Hatta yol kenarında kaçırılsa bunu anlamaması bile mümkündü. Muhtemelen birinin ona şaka yaptığını falan sanırdı.

Aslında çok zeki biriydi ama nedenini asla anlamadığım bir şekilde konu insanlar olduğunda resmen tam bir aptal oluyordu benim canım kız kardeşim. İşin tuhaf yanı insanlara bu kadar körü körüne güvenen biri olmasına rağmen şu on yedi yaşıma kadar onun üzüntüden ağladığını hiç görmemiştim. Narin bir kızdı. Canı acıdığı için ağladığı çok sefer vardı ama bunlar hep fiziksel acılardı işte. Onun her şeye rağmen nasıl hep güldüğünü çözemiyordum. Muhtemelen kimseden hiçbir şey için şüphe etmemesinden falan kaynaklıydı. Yine de ne olursa olsun saf bir insandı benim ikizim. Bembeyaz ve parlaktı. Ve öyle kalmasını istiyordum. Benim gibi siyah olmasını değil.

İşte bu yüzden Rüya her dışarı çıktığında ben de onunla çıkıyordum. Onun fiziksel ve ya psikolojik olarak her hangi bir zarara uğramasını engellemek ya da alacağı zararları en hafif seviyeye indirebilmek için. Kız kardeşimi dünyanın acımasız ve karanlık yüzünden koruyabilmek için. Yine de bunu yaparken gizli kalmak istiyordum. O yüzden Rüya'yla konuşmuştum. Her girdiğimiz ortamda pat diye ikiz olduğumuzu söylemiyorduk. Hatta soran olsa bile söylemiyorduk. Ki zaten neredeyse asla sormuyorlardı.

Rüya ve ben tek yumurta ikizi olmamıza rağmen birbirimize hiç benzemiyorduk. O gözleri hariç aynen babama benziyordu. Yalnızca gözlerini annemden almıştı. Babamdan miras aldıkları sapsarı saçlar, düzgün bir burun, çok güzel yüz hatları, bembeyaz bir ten ve ne olursa olsun tertemiz bir ciltti. Göz şeklini de babamdan almıştı ama göz rengi annemdendi. Özellikle güneş ışığı vurduğunda çok güzel görünen mavi ve yeşil karışımı gözleri vardı. Bense gözlerim hariç her şeyimi annemden miras almıştım. Çok şükür ki hem annemin hem de babamın çok sağlam genleri vardı ve bizi neredeyse kendilerinin birer klonu gibi yapmışlardı. Ben annemden gece karası siyah saçlarımı, ay gibi tenimi, kusursuz cildimi, istediğimde istediğim havayı vermeme yardım eden yüz hatlarımı ve göz yapımı almıştım. Ancak göz rengim babamdandı. Özel bir genetik durumdan dolayı zifiri karanlıkta dahi ışıl ışıl parlayan bir çift gri göze sahiptim ben. Annemle babam bunu ilk gördüklerinde bir an için çok korktuklarını anlatmışlardı. Yine de aynısı babamda da olduğu için sorun etmemişler. Fakat başka insanları korkutmamak için evde kendi başımıza olduğumuz zamanlar hariç ne babam ne de ben karanlıkta asla gözlerimizi açmayız. Herkes böyle bir şeyi canlı görmeye hazır olamaz çünkü.

Bedenlerimiz benzemediği gibi tarzlarımız da asla benzemiyordu. Ben her zaman cenazeye gidiyormuş gibi koyu renkler giyinmeyi severdim. Rüya da benim tam aksime her zaman insana ilkbaharı hatırlatan yumuşak ama canlı tonlarda giyinmeyi severdi. Kıyafetlerimizin tarzları da elbette farklıydı. Örneğin ben ömrümde elime etek ya da elbise almamış bir insandım neredeyse. Ama Rüya'nın neredeyse koleksiyon yapabilecek kadar eteği ve elbisesi vardı. O elbise insanıydı, ben eşofman, crop ve hırka. Yine bir şekilde her şeyi hallediyorduk.

Üzerime siyah hırkamı giydiğim sırada Rüya odamın kapısını çaldı. "Gir," dediğimde yavaşça kapıyı açıp içeri girdi. "Kâbus, uyanmışsın. Ben de seni kaldırmaya geliyordum. Dışarı çıkmak için hazır mısın?" diye sorduğunda başımı 'evet' anlamında salladım. Son olarak diğer bir hırkamı ne olur ne olmaz diye, yanıma alıyor olduğum sırt çantama koyup fermuarını çektim. Kardeşime dönüp "Hadi gidelim," dedim ve ondan önce odamı terk ettim. Bir adım arkamdan geldiğini hem biliyor hem de sessiz olması asla mümkün olmayan ayakkabıları sayesinde duyuyordum. Yalnızca bir an için yürüyüşünde bir değişiklik varmış gibi geldi ama hemen az sonra kaybolan o hissi daha evin kapısından çıkmadan unuttum. Sadece kısa bir an için yürüyüşünde normalden daha yüksek bir heyecan hissettim gibi gelmişti ama o his hızla yok olunca o hissin yok olduğu kadar hızlı ben de o hissi unutmuştum. Kardeşim sadece açık havaya çıktığı için bile heyecanlanabilecek biriydi çünkü.

MADALYONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin