Kırık Ayna'ya da bir bakın, ciddili st o. İyi okumalar hadi eyv.
-Bu sefer gözlerimi açma sebebim alarmımın lanet sesi değildi. Sigarayla karışık vanilya kokusuydu.
Siyah yorgan ve çarşafın altında baklavalık Antep fıstığıymışcasına ezilmiş bir yatağın içindeydim.
Korkuyla sıçrayıp etrafıma bakındım. Bura da nere? Kafam zonklamaya başladığı için orta parmaklarımı şakaklarıma götürüp ağzımı açtım. Bu hareketimle neler olduğunu hatırladım: Bir ayıya çarpmamıştım, evleneceğim adama çarpmıştım. Buraya gelişimi de hatırlamadığıma göre... Tanrım, bayılmıştım! Ben böyle şeylerden her zaman korkmuşumdur, kurgu hallerini okurken bile ağlamamak için kendimi zor tutarım. E, muhtemelen korkudan bayıldım.
Odada ben, yatak, yorgan, çarşaf, yastık, kapı, üstünde Barbie stickeri olan iki komodin ve büyük, pembe giyinme dolabı dışında kimse yoktu. Kokunun sahibini biliyordum, oydu... Burası onun odasıydı. İyi de dolabı neden pembe ve neden komodinin üstünde Barbie stickerları var? Beynimi yiyen sorulardan uzaklaşmak için gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım; saçlarımı kulağımın arkasına attım.
Kapıyı bağırarak yumruklamaya başladım.
"Kimse yok mu?" Açlıktan karnım gurulduyordu. "Yardım edin, hey, kimse yok mu?"
Sertçe açılan kapının alnıma çarpmasının şokuyla alnımı tuttum. "Ne yapıyorsun be!" diye haykırdım.
Oydu. Kunduraların sahibi. "Mal mısın kızım sen, sabah sabah ne caz yapıyorsun?"
Fiziksel acı canımı acıtamayacağı için ağlamıyordum. "Ne?"
"Kapı diyorum, açıktı. Önce kapıyı açmayı deneseydin wish."
Utanarak başımı öne eğdim. "Özür dilerim ancak kafamı yardın!"
Her ne kadar görmesem de tek kaşını kaldırdığını hissettin. Alnımı tutan elimi tuttu ve alnıma bakabilmek için geri çekti. Ellerimiz... Birbirine...
"Sert çarpmadı, iyisin iyi."
Sort çorpmodo oyoson oyo. Hangi dağın ayısı bu?
Hiçbir şey demeden arkasını dönüp odadan çıktı. Ben de bu sırada üstümde onun, kebap yağlarına bulanmış, göbek kısmının bazı noktaları yırtık, kırmızı kebapçı tişörtünü fark ettim. Altımda iç çamaşırım dışında bir şey yoktu, küçücük bir şey olduğum için tişört elbise gibi duruyordu.
Bir dakika. O adam beni soymuş muydu?
Odadan kafamı çıkarıp gittiği yöne doğru çevirdim. "Şey, bakar mısınız?"
Bana döndü. "Ne oldu, küçük?"
"Üstümü siz mi çıkardınız acep?"
"Çamura düşmüştün, küçük kız. Yatağıma tezzek kokusuyla girmeni istemedim."
Oha, banyoya da mı soktu acaba? Bence soksa onun şampuanı kokardım, şu an ise Loreal Elseve Color-Vive 450 ml şampuan kokuyordum yalnızca.
😉
Yemek masasındaydık. O ve ben. O baş köşedeydi, ben de sağ tarafında. Bizim dışımızda valla kimse yoktu.
Çatalımla tabağımı didikliyordum. Ona baktım ve dedim ki: "Bir şey sorabilir miyim eğer rahatsız olmazsanız?"
Koca bir parça ekmek arası ciğeri ağzına attı ve çiğnemeden yutmaya çalıştı. Yutamadı. Öyle bir şiddetle öksürmeye başladı ki yerimden sıçradım. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, elini masaya vurdu. Korkuyla, "İyi misiniz?" dedim.
Eli böğründeydi ve bir eliyle böğrünü yumruklarken diğer eliyle hâlâ masayı yumruklamaya devam ediyordu.
Masada şalgam dışında hiçbir içecek olmadığı için şalgamı ona doğru uzattım. "İçin, için!"
Elleri bir yerleri yumruklamakla meşgul olduğu için uzattığım bardağı alamadı. Yerimden kalkıp bir elimle çenesini tutup bir elimle şalgamı içirdim. Yumruklama işlemini bitirince ölmediğini anladım.
Yutkunup, "Sor..." derken öyle bir öksürdü ki ciğerinin acısını hissettim (tabii ben öyle asla öksürmem, filmlerden falan biliyorum). "bakalım, küçük." Yüzü ve gözleri hâlâ kıpkırmızıydı.
"Adınız ne?"
"Abuzer. Abuzer Rüzgar Kahramanmaraşoğulları."
"Hangi adınızı kullanıyorsunuz?"
"Resmi dili bırak küçük kız, sinirliyken iyi laga luga yapıyordun. Hangisini kullanmak istiyorsan, onu kullan."
Başımı salladım.
Yemekle oynadığımı fark edince yumruğunu masaya vurdu ve "Lan!" diye kükredi.
Korkudan dolan gözlerimde Rüzgar'a baktım.
"Nimetle oynanır mı lan!" diye haykırdı tekrar.
Gözyaşlarıma engel olamadım. "Ben... Şey... Özür dilerim, sabahın yedisinde ciğeri midem kaldırmıyor."
Eliyle yüzünü kapadı ve sertçe kendine bir tokat attı. "Nerelisin kızım sen? Adanalısın diye aldım ben seni."
"A-ada-adan-a-adanal-adana-a-ad-ana-adanal-adanalıyım z-zaten."
"Tamam, kes sesi, kes kes. Ayarlarım sana başka bir şeyler. Kuşbaşı yer misin?"
Vejeteryan olduğumu ona nasıl söyleyecektim? Bunu öğrenirse beni öldüreceğine eminim.
Konuyu dağıtmak için o yemeye devam ederken, "Ne iş yapıyorsun sen?" dedim.
Ağzındaki lokmayı yutmadan, "Babamın şirketi ve kebapçı dükkanı var." dedi.
"Anladım. Babamla karşılaştığına göre başka işler d..."
"Oralara burnunu sokma küçük hanım. Hazırlan, okulda son günün."
Şaşkınlıkla ağzım beş karış açıldı. "Ne? Ne saçmalıyorsun sen?"
Masadan bir kürdan aldı ve ağzına götürdü. "Duydun işte, git vedalaş arkadaşlarınla."
Çenemi dikleştirdim. "Kaçarsam?"
"Kaçamazsın."
"Nedenmiş o?"
"Oradan bakınca kaç yaşında gibi duruyorum? Ben de lise okuyorum."
Ney?
(Ney değil kaval.)
-
İki kelime yazınca hemen paylaşmak istediğim için bölümler kısa hadi eyv. Princess dont cry. Bir iki bölüme düzene sokarım ya da tam tersi olur :d :( Görüşürüz.
ig: dezdym
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kebabcı Aşkım
فكاهةÜnlü kebap mafyasına satılan Açelya Sultan Kehribar'ın acıktırıcı hayatını ele alan, İ.Ö 860 Nobel ödüllü, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisine layık görülmüş, edebiyatımızın derinliklerine inen bir hikâye.