(kesinlikle şarkıyla okuyun!!!)
hayat çoğu zaman zorlu ve huzurusuzdu jeongguk için. o daha on yaşındayken anne ve babasının yaşadığı sorunlar yüzünden sürekli sonu babasının evden çıkıp gitmesiyle olan tartışmaları jeongguk'a hayatının geri kalanı için bir fragman gibiydi; jeongguk böyle düşünüyordu. on iki yaşına geldiğindeyse annesinin başka bir adamla evlenmesi adeta dört duvar arasında cehennemi yaşatmıştı kendisine. nefret ediyordu o adamdan. daha ortaokula giden bir çocukken evi terk edip gitme planları kurardı küçük aklıyla. liseye geçtiğindeyse kabullenmişti hayatının boktanlığını.
liseye başladığı ilk günlere dönüp baktığında sadece geceleri düşünmekten uyuyamayan göz altları mosmor olan bir çocuk geliyordu gözünün önüne. kimseyle gereksiz diyaloğa girmezdi, her ne kadar diğer omegalar gibi kendine özel bakımlar yapmasada güzeldi jeongguk ve bunu fark eden birçok alfa çıkma teklifi etmişti kendisine ancak hepsinden itinayla uzak durmuştu. ta ki seokjin'le yolları kesişene dek.
bazen düşünüyordu seokjin olmasaydı hayatım nasıl olurdu diye ancak hepsinde sonu birbirinden kötü olaylarla bitiyordu. çoğu zaman eve gitmek yerine onun evinde kalırdı, ailesi sorun etmiyordu her ne kadar jeongguk içten içe mahçup olsada eve gitmek istemiyordu. günlerinin tamamı seokjin'le birlikte geçiriyordu ve lisenin başındaki hayattan nefret eden çocuktan bir anda hayattan zevk almaya başlayan çocuğa dönüşmüştü ancak her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bunun da vardı. seokjin bulundukları şehirden kilometrelerce uzakta başka bir şehirde üniversite kazanmıştı ve jeongguk onu ağlamaktan şişmiş gözleriyle bir türlü bırakamadığını hatırlıyordu.
seokjin gittikten sonra hatırlamak dahi istemediği o cehenneme geri döndüğünü hissetti. okula gitmek dışında evden, odasından çıkmıyordu ve annesinin bununla ilgili bir sorunu yoktu, umurunda değildi. bir gün seokjin'le görüntülü konuşurken 'keşke sen de burada olsaydın' demişti seokjin, işte o gün jeongguk yeni bir amaç edinmişti: seokjin'in yanına gitmek. ertesi yıl sınav senesi olmasına rağmen çalışmaya başlamış, bazen geceye kadar bazense sabaha kadar kalkmamıştı kitaplarının başından en sonundaysa başarmıştı jeongguk.
yaz tatili için seokjin yanına geldiğinde vermişti güzel haberi, yüz yüze söylemek istemişti. tanrı şahit ya ne zor dayanmıştı ayda bir yaptıkları görüntülü konuşmada söylememek için. o günü her hatırladığında yüzünde minik bir tebessüm beliriyordu hâlâ. sene başında birlikte gitmişlerdi okula. hâlâ o günkü heyecanını unutamıyordu bir türlü. kalbi pır pır ediyordu, sıcak olmamasına rağmen avuç içi terliyordu ve alnına dökülen saçlarını oflayarak geri atıp duruyordu. bahçede seokjin'in yanında durup onun arkadaşlarıyla konuşmasını beklerken yanından geçip giden, kendisine saniyelik dönen bakışlardansa bihaberdi. kurdunun saniyelik heyecanlanışı, hafifçe salgıladığı feromonu... hepsinden bihaberdi.
haftanın sonuna geldiklerindeyse seokjin'le olan tek ortak derslerine girmek için amfiye gelmişlerdi. önden üçüncü sıraya oturmuş seokjin'in profesör hakkında yakınmalarını dinliyordu. seokjin'in anlatımına göre genç biriydi ancak elli yaşındakilerden daha disiplinliydi. bu tezatlık pek inandırıcı gelmemişti ama öyleydi.
saat tam dokuz buçuğa geldiğinde amfi kapısı açıldı, içeriye jeongguk'un ilk bakışta öğrenci sandığı üzerinde krem rengi bir kazak ve koyu kahve bir pantolon olan, kestane rengi çantası, siyah kemik gözlükleriyle mankenlere taş çıkartacak biri girdi. hâlâ fısıltıyla konuşmaya devam eden seokjin'i dinleyemiyordu bile, nedenini bilmediği bir kalp çarpıntısı oldu. adam hızlı adımlarla kürsüye ilerlediğindeyse o kişinin seokjin'in yakınıp durduğu profesör kim taehyung olduğunu anlamıştı. dudaklarının üzerindeki şefaf nemlendirice rağmen kuruduklarını hissetti, dili hafifçe üzerinde gezindiğinde damla sakızının tadı dolmuştu diline.