jeongguk hayatından nefret ediyordu. evet, tam anlamıyla nefret ediyordu ve taehyung'dan da nefret ediyordu. her ne kadar onu deli gibi özlesede her gün acı içinde kıvransada nefret ediyordu.
taehyung'la tanışmaları garip bir anıydı jeongguk için. ona bir çantayı verirken ruh eşi olduklarını öğrenmişlerdi ve sonrasında hemen oradan kaçmıştı. üniversite profesörünün ruh eşi çıkması o an korkunçtu. ruh eşini bulması daha korkunçtu. jeongguk kaçmıştı ve kendini fakültenin bodrum katındaki temizlik odasına kapatmıştı, kimsenin telefonlarını açmamış, karanlık odada kapıya sırtını yaslayarak ağlamıştı.
onun için ruh eşi kavramı fazlaca korkunçtu çünkü ailesinde şahit olduğu olaylar onun için zordu. annesiyle babasının tartışmaları, babasının zamanla eve geç gelmeleri, annesinin o gece babasının peşinden gitmesi.. tanrım, jeongguk'un elinde olsa ruh eşini asla bulmak istemezdi. jeongguk'un hayatı bu iki kelime nedeniyle mahvolmuşken ondan kaçmak istemesi garip değildi.
saatlerce karanlık odada kalmış, gözyaşları yerini sesli soluklara bıraktığında ve en sonunda sessizce oturmaya başladığında dahi pozisyonunu bozmamıştı. ta ki kapı tıklatılana kadar. kim olduğunu anlamıştı. oydu. burnuna anında feromonları dolmuş, kurdu kapıyı açması için âdeta yalvarırken onu dinlememiş hiçbir şey söylemeden oturmaya devam etmişti. tanrıya gitmesi için dualar etsede bir yanı orada durması için can atıyordu. ardından bir hışırtı sesi duydu, sonra daha sabah derste son derece düz ve sert olan sesin en yumuşak tonda kendisiyle konuşmasını dinledi.
daha çok o konuşuyor, jeongguk dinliyordu.
"korktuğunu biliyorum ama sana söz veriyorum, korktuğun hiçbir şey olmayacak. tamam mı? dışarıdan nasıl biri gibi duruyorum bilmiyorum ama yıllarca ruh eşimi bekledim, seni bekledim ben. bana daha ismini söylemeden kaçıp gittin. neyden korktun ya da neyden kaçıyorsun bilmiyorum ama ben kaçmanı gerektirecek biri değilim. şimdi kapıyı aç ve güzelce tanışalım. lütfen." son kelimelere doğru kısılan sesle yutkundu jeongguk. saatlerdir düşünüp durduğu senaryolar bir bir silinip gitmişti aklından sanki. kendini rahatlamış hissediyordu ancak hâlâ bir yerlerde korkuyu hissedebiliyordu.
o korku her zaman vardı: kapıyı açıp taehyung'a sarıldığında da, onu ilk kez öperken de, ilk tartışmalarında ya da öylesine bir gece birlikte uyurlarken. ve en sonunda taehyung'un kucağında o kadını gördüğünde.
"jeongguk endişeleniyorum, iyi misin?" jimin'in sesiyle gözlerini diktiği şömineden ancak çekebilmişti. taehyung'la olan konuşmalarının üzerinden yarım saat geçmişti ve jimin telefonu elinden alarak kapattığında engel olmamıştı.
taehyung'la konuşmalarını okumuş muydu bilmiyordu ancak o an okumuş olması çok da umurunda olan bir durum değildi. kurdu acı içinde kıvranırken bunu dışarıya yansıtmamak zordu.
"sana su getireceğim ve konuşacağız." diyerek ayaklanan alfayı reddetmedi. belki de ona her şeyi anlatmalıydı jeongguk, emin değildi. tek bildiği şu an mantıklı düşünemediği ve taehyung'dan ne kadar nefret ederse etsin fazlaca özlediğiydi. cidden iki satırlık mesajlaşmaları dahi özleminin katbekat artmasına neden olmuştu.
üzerindeki gri renk sweatin bileklerini çekiştirip parmakları arasında kıstırdı. sarışın alfa evin soğuk olacağını söylediği için kalın kıyafetler getirmişti yanında.
jimin elinde bir bardak suyla odaya girdiğinde kızarmış gözleriyle ona döndü jeongguk. ne demesi gerektiğini bilmiyordu. karşısındaki adamın bir açıklamayı hak ettiğini biliyordu ancak tek kelime edecek gücü kendinde bulamıyordu. tek istediği yatağına yatmak ve günlerce aralıksız uyumaktı. her şeyden uzaklaşmak istiyordu; tüm bu insanlardan, yaşadıklarından ve yaşayacaklarından.