şenlikten sonra her şey daha kötü gitmiş miydi? hayır. daha iyi gittmiş miydi? yine hayır. purrington'da o geceden sonra her şeye normale dönmüştü. jaemin'in çok sevgili aşkı ve diğerleri şenlikten birkaç gün sonra gitmişlerdi, bu güzel haberdi çünkü seneye kadar onları görmeyecektik.
o günden sonra çirkin çocuk seunghan gidene kadar jaemin onların yanından ayrılmamıştı ama onları dönüş yollarında uğurladıktan sonra kendini bizim evde bulmuştu. gerçekten erken bir saatte jaemin'in başımda dikilmesiyle uyandığımda ilk rüya gördüğümü sanmıştım ama hayır. canım arkadaşım herkesten ayrı benimle görüşüp olayları anlatmak istemişti. canım ne kadar yansa da anlatırken o kadar tatlıydı ki onu dinlerken üzülmek yerine mutlu oluyordum. jaemin'in söylediğine göre sevgilisi onu sık sık evlerinde bulunan ortak telefondan arayacağına hatta gelmeye çalışacağına dair söz vermiş, aralarının bozulmasından deli gibi korkan arkadaşımın içini rahatlatmıştı. o yüzden o mutluydu. o mutluysa ben de öyleydim.
biraz daha sohbet ettikten sonra annem bizi kahvaltıya çağırdı, anlaşılan babamın jaemin'den haberi yoktu çünkü onu görünce garip bir şekilde bakmış yalandan hoş geldin demişti. jaemin de farkındaydı elbet ama umursamadı hep birlikte kahvaltı yaptıktan sonra jaemin'le hazırlanıp çıktık. bizimkilerle gölde buluşacaktık, zaten gittiğimizde hepsi de oradaydı. gülüp güneşlenen mimhyung'un üstüne yattım ve debelenmeye başladık. donghyuck kenarda renjun'in onu çizmesi için poz verdiğinden gülemiyordu ama kendini ne kadar sıktığı belli oluyordu. renjun ise bize dönüp bakmamıştı bile zaten resmine odaklandığında böyle olurdu hep. jisung ve chenle iskambil kartlarıyla bir oyun oynuyorlarken bizim sesimizle bize dönmüş gülmeye başlamışlardı, chenle'nun bir yandan gülerken bir yandan da kimse ona bakmıyorken kartlardan birkaçını değiştirdiğini görmüştüm. ama elbette ki onu bozmayıp sadece göz kırptım. zaten bir süre sonra herkes renjun'in resmi bitince etrafına toplandı.
size tek bir şey söyleyebilirim: renjun görüp görebileceğiniz en iyi ressamlardan biri. benim dünyamda en iyi ressam hatta. gerçi başka ressam da bilmiyorum ama olsun. çizdiği resim donghyuck'un tıpatıp aynısıydı. yüzüne vuran güneş ışığını bile çizebilmişti. hepimiz hayran hayran resme bakarken renjun'in kızardığını fark ettim. o an dikkatimi resimden dağıtan da buydu. renjun çok güzeldi, ufak bir yüzü, güzel gözleri ve dudakları vardı. ama asıl onu güzel yapan şey sanatıydı. ne zaman biri sanatından bahsetse gözlerini kaçırır utangaçça gülümserdi ya da sanattan bahsederken o kadar heyecanlanırdı ki anlattıkları ilginizi çekmese bile onu dinlemek isterdiniz. o anlar renjun'in bir insandan çok meleğe benzediğini düşünürdüm.
ben bunları düşünürken minhyung ortamı biraz sessiz bulmuş olacak ki donghyuck'a bulaşmak için "renjun-ah bu sefer hiç gerçekçi çizememişsin. anlıyorum arkadaşının özgüvenini kırmak istemiyorsun ama donghyuck gibi bir çirkini niye bu kadar güzelmiş gibi çizdin?" demişti. eh bunu der demez de kafasına donghyuck'tan bir darbe yemişti haliyle. birden ortamda bir kaos oluşunca gülerek geri çekildim ve onları izlemeye başladım. arkadaşlarımı gerçekten seviyordum. hepimiz çok farklıydık ama bir aradayken tam bir bütün oluyorduk. büyük ihtimalle hiçbiri bunun farkında değildi ama ben fark ediyordum. zaten hep böyleydi, sanki onlardan bambaşka bir hayatta yaşıyordum. aynı yerde fakat farklı zaman dilimlerinde gibiydik.
bu kargaşa ortamı jaemin'in de hoşuna gitmiş olacak ki asla yanından ayırmadığı kamerasını çekip fotoğrafımızı çekti. onun kamerasının sesiyle birden herkes durmuş, gerçek hayata dönmüş gibi oturup sohbet etmeye başlamışlardı. o gün akşama kadar sohbet ettikten sonra evlere dağıldık. artık okula çok az kalmıştı o yüzden olabildiğince çok eğlenmeye çalışıyorduk. jaemin'i ve sevgilisini o yüzden geride bırakacaktım çünkü çocuk yanımızda değildi. yani jaemin onunla değil benimle beraberdi, daha şimdiden eskisi gibi olmuştuk. yani bir sorun yoktu benim için.
o yaz bu şekilde devam etti, jaemin arada gizli gizli bana sevgilisini anlatıyor ve ben de onu desteklediğimi ona hissettiriyordum, her gün çocuklarla buluşup bir şeyler yapıyorduk. okul başladığında ise bu sefer farklı bir rutine başlamıştık: sabah okula gidiyor, okuldan sonra hep beraber kütüphaneye gidip biraz ders çalışıyor sonrasında ise gölün orada takılıyorduk. her şey güzeldi, hepimiz mutluyduk. yani sanırım.
renjun bi gün ikimiz oturmuş sohbet ediyorken bana jaemin'de bi haller olduğunu söylediğinde onu onaylamış ve mıtlu olmasından mutlu olduğumu söylemiştim. renjun ise bir süre ne diyorsun der gibi yüzüme bakmış ardından "hayır, her zamankinden daha suskun. bir sorunu var gibi ama ona sormaya çekiniyorum. siz daha yakınsınız sana söylemiştir belki diye düşündüm." demişti. ilk başta söylediğine kahkaha atmış ve jaemin'in her zamankinden daha mutlu olduğunu söylemiştim. ama sonradan fark ettim ki, hayır jaemin hiç mutlu değildi. biz konuşurken arada suskunlaşıyor, ne zaman göle gitsek uzun uzun kasabamızın göl manzarasını izliyordu. başta sevgilsini özlediğindendir diye düşünüp ona sormadım çünkü açıkçası sevgilisini dinlemeye hiç meraklı değildim. ama birkaç hafta sonra jaemin üzgün bir şekilde evimizin kapısını çaldığında sevgilini dinlemek istemiyorum diyememiştim. gerçi fırsatım da yoktu çünkü kapıyı açar açmaz ağlayarak bana sarılan güzel jaemin'im elimi ayağımı birbirine dolandırmıştı. ne yapacağımı bilemediğimden hemen onu odama götürdüm ve yatağıma oturtup ona sıkıca sarıldım.
bi on dakika sonra anlatmaya başladı zaten. jaemin'imizin ona göre çok yakışıklı ama benim hayatımda gördüğüm en çirkin insan olan sevgilisi onu terk etmişti. ilk başta uzaktan yapamıyorum gibi birkaç bahane sunsa da jaemin onu ikna etmeye çalışınca pes etmiş ve başka birinden hoşlandığını itiraf etmiş. belki şimdiye kadar o çocuğu dövmeyi birçok kez düşünmüş olabilirim ama o zaman onu öldürüp parçalamak ve parçalarını da her gün yüzdüğümüz göle atmak istemiştim. jaemin ağlayarak olanları anlatırken ben de içimden cinayet yolları düşünüyordum. birden saçmaladığımı fark edince biricik aşkımı dinlemeye döndüm. onun saçlarını okşuyor ve nadiren de yorum yapıyordum.
o gün jaemin bizimle akşam yemeği yedi ve annesini arayıp bizde kalmak için istedi. odamdaki koltuğa bir yatak hazırlayıp elbette ki onu yatağıma yatırdım. koltuğum biraz küçüktü ama sorun yoktu çünkü jaeminle aynı odada uyuyorduk. nefes alışverişlerini duyabiliyordum gözlerimi kapatıp nefes seslerini dinleyerek hayal kuruyorken kendimi yatağımın başında buldum. nasıl oldu bilmiyorum ama yere çöküp yüzünü incelemeye başladım. çok güzeldi, dostlarım nasıl tarif etsem bilmiyorum ama o herkesten daha güzeldi. hatta tanrının en büyük kanıtıydı. belki tanrı o bile olabilirdi. aslında evet, benim tanrım jaemin'di. onun sayesinde nefes alıyor, onun sayesinde dünyanın ne kadar güzel olduğunu fark ediyordum. o benim dünümdü, bugünümdü, yarınım olmaya da devam edecekti. biliyorum size abartı geliyor ama hayır, onu bir kere görseniz anlardınız demek istediğimi. tabii benim kadar derine bakabiliyorsanız.
bir süre daha onu izledikten sonra kendimi kötü hissedip kalktım ve yerime döndüm. içimde bir garip his vardı. kendimi bildim bileli hep jaemin'e hayrandım. onun güzelliği her seferinde beni mest ederdi. ama bu sefer içimdeki his bir başkaydı. onu izlerken ellerim terlemiş, kalbim her zamankinden daha hızlı atmaya başlamış, bacaklarım karıncalanmıştı. onu öpmek istemiştim. hatta sadece öpmek değil onu öperek soymak ve benim yapmak istemiştim.
ben lee jeno on dört yaşıma birkaç ay önce bastığım o okul yılı ilk defa böyle bir şey yaşamıştım. artık gözümde jaemin'e olan sevgimin çocuksu bir yanı kalmamıştı. o saatten sonra ben jaemin'den sadece hoşlanmıyordum ayrı zamanda onu arzuluyordum da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
between us turn blue | nomin
Ficção Geral" çok bencilsin lee jeno! senin bu aşk sandığın şey bile aşk değil, belki hayranlık belki başka bir şey ama aşk değil. çünkü sen aşık olamazsın, sen kendinden başkasını sevemezsin. hani kendini çok derin bir kişi zannediyorsun ya, değilsin! aksine h...