KIRIK AYNALAR

167 60 38
                                        

Müdürün o havasız ve nemli odasından çıkıyordum. Yine kavga çıkardığım ve birinin kolunu kırdığım için söylenip durmuştu. Kapıyı hızlıca kapatıp geniş koridorda yavaş adımlarla yürümeye başladım. Etrafıma göz attığımda duvarlardaki derin çatlakları ve kirli lekeleri fark ettim. 

Yani çok normaldi  yetkililerin  bizi önemsediği yoktu. Yönetimden sorumlu kişiler bizi kendi kaderimize teslim etmişlerdi. Başımıza bir kaç görevli dikilmiş ve ülkeden resmen sürülmüştük. 

Ben derin düşüncelere dalmışken önüme birinin geçmesiyle yavaşladım. Aslında bana bulaşmak istemezler ve genelde muhatap olmazlardı. Kimseyle arkadaş olmaz kendi halimde takılırdım. Ben kendi acılarımla başa çıkamazken bir de başkalarını çekemezdim. Bana aynadaki yansımam yetiyordu.

Adını dahi bilmediğim kızı incelemeye başladım. Uzun saçları, bembeyaz bir teni vardı. Kocaman gözlerinin ardındaki acıyı bakınca bile fark etmiştim. Göz bebekleri titrek bakıyor insanın ruhuna işliyordu sanki. yoğun olmayan ama onda ciddi duran makyajı ona karanlık bir hava katıyordu. Kalın dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı. Sonunda...

"Bak bak bak kimler saklandığı ininden çıkmış" sesi boğuk çıkıyor ve beni rahatsız ediyordu. onu ciddiye almayarak yoluma devam ettim ama beni rahat bırakmaya niyeti yok gibiydi. "Hadi ama bizimle takılmak istiyorsun" ne saçmalıyordu bu kimsenin onla takılmak istediği yoktu. 

"İzem uzatma bırak şu kızı" diye seslendi yine tanımadığım biri karşımdaki kıza. Bana şu  demişti ama kimseyle uğraşacak halim olmadığı için umursamadan yoluma devam ettim.

Odama adım attığım an rahatlama hissi bütün bedenimi sarmıştı. Tabi kalbimdeki kederle beraber burada güvende hissediyordum. Aynı evimde gibi...

...

Derin uykumdan hiç de rahat olmayan kartlaşmış yatağımda uyandım. Yeni bir gün yeni acılar yeni bir keder demekti ve ben artık yeni günlere dayanamaz olmuştum.

Yaptığım ilk iş içeriye güneşin o rahatlatıcı, huzur verici ışığının girmesi için odanın aksine bembeyaz perdelerimi açmak olmuştu. Hemen dolabıma ilerleyerek  üzerime gri bir eşofman ve siyah bir kazak geçirdim. Yemekhaneye inmem gerekiyordu. Geç kalmıştım ve geç kalırsam beni neyin bekleyeceğini biliyordum.

Evet burası bir akıl hastanesiydi ama o bildiğiniz hastaların önlük ile ellerinin arkaya bağlandığı, bağrış çağırışın eksik olmadığı akıl hastaneleri gibi değil. Burada hasta olan ama gördüğünüzde normal diyebileceğiniz insanlar vardı.

 Buradaki hastalar bir anlık geçirdiği krizler yüzünden buradaydı. Bizleri normal bir akıl hastanesine ve ya hapishaneye göndermek yerine bu hastaneyi kurmuş ve bizi buraya yerleştirmişlerdi. Tabi buradaki herkes hasta değildi. Hapishanelerde herkesin suçlu olmadığı gibi ve ben buraya nasıl düştüm sormayın. Bunu ben bile tam olarak biliyor değilim.

Ortak bir yemek alanı, ortak bir lavabo, ortak hobi alanları gibi alanlar bulunuyordu amaç ise bizi kaynaştırmaktı. Tabi yersek

Yemekhaneden içeri girdiğim gibi uzun masalardan birinde boş bir yer aradı gözlerim. 

Bembeyaz olan yemekhane bilerek böyle tasarlanmıştı. Hatta hastanenin her yerinde resmen beyaz renk bize dayatılıyordu. Büyük alan bir düğün salonu genişliğindeydi. Zaten ancak bu kadar insan böyle bir yere sığabilirdi. Yemek masalarının hemen karşısındaki mutfaktan güzel kokular yükseliyor ve tanıdık simalar beni karşılıyordu.

Etrafı daha fazla taradığımda ise insanların yemek yemeğe çoktan başladıklarını gördüm. Geç kalmış olduğum için hemen yemekhaneye girdim. 

Büyük, beyaz  kapı ise gıcırdıyor adeta beni selamlıyordu.

Orta masalardan birinde boş bir yer gördüğüm gibi hemen oraya doğru ilerledim. Tabi masadakiler bana dik dik bakmaya başlamışlardı bile. Komik zaten bende onlara huzursuzca bakıyordum. 

Burası Türkiye'nin en büyük akıl hastanesiydi. Çok korunaklı bir adada koca bir okyanusun ortasındaydı. Bazı zamanlarda ise farklı ülkelerden akıl hastalarının geldiği bile oluyordu. Burada yaklaşık beş yüz hasta ve iki yüze yakın görevli bulunuyordu. Ve buraya girerseniz bir daha çıkamazsınız.

Sandalyemin üzerine kazağımı attıktan sonra tabağımın bana koşarak gelmeyeceğini fark ettim. Yerime oturmadan hemen yemek sırasına girmiştim bile. Tam o esnada yapraklarını kocaman açarak sanki pencerenin önünde güneşi selamlayan manolya çiçeğini gördüm. Beynimin içi karıncalandı, kalbim kanadı, zaman durdu, anılar canlandı.

"Anne ne olur bu çiçeği benim odama koyalım. benim odam pembe bu çiçekte pembe çok yakışırlar birbirine n'olurrrrrrrr. " annem nazikçe gülümsedi. "Olmaz bir tanem biliyorsun baban bunu bana hediye etti ama istersen yarın pazara çıkarsak sana da bir tane alırız. Ne dersin ?" dedi ve yanağıma ıslak bir öpücük bıraktı.

Tam kalbim anılar ile kanarken birinin omzuma dokunması ile ayılmış gibi oldum. "İlkim  iyi misin? bak sıra sende hadi al yemeğini güçten düşeceksin." dedi buranın emektarı olan Zeynep Abla. Beni kızı gibi görürdü. Buraya ilk geldiğimde kimseyle konuşmuyor, yemek yemiyor, tuvalete bile kalkmıyordum ama Zeynep Abla bana o dönemde iyi bakmış tıpkı...tıpkı... annem gibi bana şefkat ile yaklaşmıştı diğerlerinin aksine.

"Dalmışım sultanım eee ne yaptın bu gün nasıl geçti?" dedim yüzüme bir neşe maskesi yerleştirerek. Bana hiç yakışmıyor yüzümden aniden kayıp düşüyordu. "Valla kızım ne bileyim... İyi " üzüntülü ses tonunu yine takınmıştı ama sormak istemedim. Anlatmazdı zaten hep içine atardı. Kötü demezdi. İyi derdi. Birçoğumuz gibi ama en büyük yalan buydu. Hepimizin söylediği en büyük yalan.

Hemen tabağıma makarna doldurdum. Dolaptan şeftali suyunu kaptığım gibi yerime geçtim. Tabağımı tam yemeğe koyulmuştum ki karşımda kızın bana bakarak güldüğünü gördüm. Hiç iştahımın olmamasına rağmen Zeynep Abla'nın bakışları beni korkutmuştu.

Kız kumraldı. Ela gözleri sabit bakıyor, yüzünde ise her zaman bir tebessüm bulunuyordu. Hafif emer teni ona ayrı bir hava katıyor aynı zamanda yaşının olduğundan daha küçük görünmesini sağlıyordu. Uzun saçları ise ona çok yakışmıştı.

Yanındaki adının İzem olduğunu öğrendiğim kızla fısır fısır konuşup bana bakıyorlardı. Kız bayağı tatlıydı İzem'in karanlık havasının aksine. Karşımdaki kız benim ona baktığımı görünce "Merhaba ben Asude" dedi ve elini uzattı. Bu kızlar benden ne istiyordu? "Tanıştığıma memnun oldum." sinirli gözlerle kıza bakmaya başladım. "Ben hiç memnun olmadım." dedim ve elini geri çevirdim. Tam o esnada bir barış koptu yemekhanede  

"Hayır, anne ne olur ben bir şey yapmadım. Bırakın beni!" biri yine kriz geçiriyordu ve herkes bağıran kıza bakmaya başlamıştı . Ben ise buraya ilk geldiğim zamanları anımsadım. Bende bu kız gibiydim. Kalbim kırılmadı parçalandı.

Küçükken annemden bir efsane dinlemiştim. İnsanın kalbinde bir çok ayna varmış. İnsan ne zaman üzülse, kahrolsa, kalbi acısa, kendini suçlu hissetse bir ayna kırılırmış ve kalbinde bütün aynalar kırılırsa insanın hayatı son bulurmuş. Benim bugüne kadar bir çok kez kalbimdeki ayna kırıldı. 

Ve bir ayna daha kırıldı...

,, 

SELLLLAAAAAAAAAAAMMMMMMMMMMMMMMLLLLLAARRRR

Bölümü nasıl buldunuz? Bölümler böyle devam etsin mi? yoksa önerilerinize açığım. 

Sizce kurgu nasıl devam edecek?

İlkim neden ailesini öldürdü?

İlkim içindeki fırtınalar dinecek mi?




SESSİZ BİR YERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin