KÜÇÜK MELEĞİM

42 13 12
                                    

Zaman, zaman iyileştirir mi acıları, yaşanmışlıkları. İnsanların dilinde bir söz. 'Geçer' geçmiyor. Geçmiyor zaman iyileştirmiyor diye bağırmak, çığlık atmak istiyorum. Çığlıklarım tüm insanlarca duyulmalı ve beni anlamalılar ama yapamıyorum. İnsanlara nefesim yetmiyor, yetişemiyor. Gözlerimle, bakışlarımla anlatmaya çalışıyorum ama nafile kimsenin bana baktığı yoktu.

Sanki dilim laldi. Konuşamıyordum ve ben bakışlarımla anlatmaya çalıştıkça insanlar kafasını başka yöne çeviriyor benim sessiz çığlıklarımı kimse duymak istemiyordu. 

Zaman iyileştirmiyorsa hafifletirdi değil mi? Hayır yalan yalan yalan... Hafifletmiyor aksine kalbimin derinliklerindeki o koca, karanlık boşluğu daha çok büyütüyor, sanki delip geçiyordu ve bu çok acıtıyordu hem de çok.

Yatağımın kenarındaki beyaz çarşaf toplanmış. Yere düşmüştü. Sanki benim can çekiştiğimin kanıtı gibi. Uyuyamıyordum. Her gece gözlerimi yeni bir gün karanlığıyla kapatıyor fakat yine aynı güne açıyordum gözlerimi. Kendimi kandırmayayım gözlerimi kapamış olmam uyuduğumun kanıtı değildi. 

O kadar alışmıştım ki gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi kendimi kandırmaya artık benim için uyku gözlerimi kapatmaktan ibaret olmuştu. Düşüncelerimi durduramıyor aynı zamanda gözlerimden yaş eksik olmuyordu. 

Gözlerimi yeni kara bir güne açmıştım. Dün yaşananlar aklımdan çıkmıyor sürekli kendimi sorguluyordum.

Ben nasıl kriz geçirmemiştim. Eskiden olsa en ufak sese sinirlenen ve ailemle olan son günümde kriz geçiren ben nasıl oldu da dün sakin kalabilmiş ve sağlıklı bir karar verebilmiştim?

Kendimi sorgular bir şekilde yatağımdan kalktım. Ayaklarım sanki artık bedenimi taşımak istemiyormuş gibi odanın içinde yalpalaya yalpalaya yürümeye başladım.  Artık hayattaki hiç bir şey haz vermiyor beni yaşamaya zorlayan hiç bir şey bulunmuyordu. Ben yaşama sevincimi üç yıl önce o gece kaybetmiştim. 

Yerdeki kanlı ayna kırıklarına basmamaya çalışarak. Kapıya doğru yürümeye devam ettim. Tam kapıya ulaşmıştım ki. Ayna kırıklarındaki yansımaya takılı kaldı gözlerim.

Kahvenin en açık rengi olan saçlarım belime kadar uzanmış, çekik gözlerimdeki ela hareler siyahına kavuşmuş.  Köşesindeki beyazlık ise kıpkırmızı olmuştu. Gözlerimin feri kaçmış artık eskisi gibi huzurlu bakmıyordu. Gözlerimi sanki bir keder istila etmiş terk etmeye de niyeti yok gibiydi. Bembeyaz tenim uzun süredir yastığa temas ettiği için rengi daha da solmuştu.  Üzerimdeki gri akım kırışmıştı ama uzun bir süre iş görürdü. 

Kendimi incelemeden alı koyamazken kapının açılmasıyla duraksadım.

...

İzem kıyafetini düzelterek yüzünü yeniden benim olduğum yöne çevirdi. 

İzem'i odasından çıkarmak için çok uğraşmıştım. Bir şeyler yemesi artık hayata geri dönmesi gerekiyordu. Üç gündür odasından çıkmıyor temel ihtiyaçlarını gidermeyi bile reddediyordu. Sürekli gözlerini kaçırmasından kendini suçlu hissettiği belliydi. 

Sonunda ise ben ona gelmeden o benim odama gelmişti fakat konuşmuyor yere bakmakla yetiniyordu. Sanki beni görmeye gelmiş ama konuşmaya yüzü yok gibiydi.

"İzem" diye fısıldadım. Çekingen gözlerle bana bakmaya başlamıştı bile. Cevap vermeyi reddeder gibi gözlerini başka yere çevirince yineledim. "İzem yeter artık. Kendinde bile değildin." beni kızdırmaya başlamıştı. 

Beni sabahtan beri uğraştırıyor, konuşmamakta ısrarcı davranıyordu. Sonunda sessizliğine bir son vererek konuşmaya başladı. "Ben herkese zararım. Senin başına bir sürü iş açtım. Hayır yani tanışalı bir hafta olmadı daha. " nefesi nefesine karışıyor göğsü sürekli inip kalkıyordu. Her an ağlayacak gibiydi.

SESSİZ BİR YERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin