4

253 64 89
                                    

Yorumlar gözüme bir tık az geliyor, yorumlarınız yazma hevesim🥺..

14 yaşıma kadar hayatın adil olduğuna inanırdım. Tanrı bir yerden alıyorsa bir yerden veriyor diye düşünüyordum. Tartı her zaman dengede durmalı ve kulları ayırmamalıydı. Bir çocuk aklıyla saçma düşüncelerdi çünkü tartının dengesi bozulmuştu. Bense sadece izlemiştim. Ne bir tepki vermiştim ne de bir şey söyleyebilmiştim. Şimdiyse hırsıma bıraktığım bedenim ile bambaşka birisi olduğumu düşündürmek istiyordum. Değişmiştim artık, görünüş olarak da kişilik olarak da.

Artık anneme ihtiyacım yoktu, artık benimle dalga geçtikleri için ağlamam gerekmiyordu.

Ağlamam gerekmiyordu, ne birisi için ne de aşağılandığım için.

O eleme maçından sonra hiç bilmediğim bir eğitim kampında sıfırdan başlatılmıştım. İlk zamanlar ne bedenim çalışıyordu ne aklım çünkü hâlâ şoktan çıkamamıştım, hâlâ onlardan ayrıldığıma dair bir farkındalığım oluşmamıştı. Sanki bir gün uyandığımda kendi yatağımda olacakmışım gibiydi her şey.

Sonra birden duygusal boşluğa düşmüştüm. İhanete uğradığımın farkındalığı ile sinirle karışık ağlayıp durmuştum. Yeonjun'u özlediğim için ağlamıştım, Soobin benimle dalga geçsin diye ağlamıştım, Huening Kai peluşlarını yatağıma atsın diye ağlamıştım. Aklıma 'o' geldiğinde susuyordum ama. Ne onun için ağlayabiliyordum ne de ona sinirlenebiliyordum.

İlk zamanlar belirsizdi ama şimdi değildi. Şimdi içimde sadece nefret, kin ve intikam vardı. Burada olduğum süre zarfında hep hocalarımı gururlandırmış ve şaşırtmıştım. Beni parmakla gösterir olmuşlar, benimle arkadaş olmak için sıraya girer olmuşlardı. Dedikodu masalarındaki bir numaralı konu oluvermiştim çünkü değişmiştim. Arkadaş edinmekten çekinmiyordum, yalnız olmak istemiyordum, çevremi kalabalık tutmaya çalışıyordum.

Aslında 'o'nun beni buraya göndermesi çoğu kişi açısından iyi bir şeydi. Kendimi geliştirmiş olduğumu, gereksiz duygularımdan kurtulduğumu söylemişlerdi.

Ben ailem dediğim kişileri kaybetmiştim, ilk defa bana sahip çıkan, kendim olduğum için seven, bana aile kavramını öğreten kişileri kaybetmiştim. Bunu kimse anlamak istemiyordu.

Dönem değişmişti. 3. Dalganın yaklaştığının vurgulanması ile alanında iyi olanlar ve kötü olanlar ayrıştırılmıştı. Aynı 14 yaşımdaki gibi.

Kötü olanlar burada kalıyor, iyi olanlar ise transfer için eşyalarını topluyordu. Buradan ayrılmak istemiyordum ama transfer listesinde ilk sırada yer alıyordum. İtirazlarım hiç bir şekilde kabul edilmemiş üstelik yediğim azarla kalmıştım.

"Bence bu sınıflandırma işi bizim psikolojimizi daha kötü etkiliyor, ben her daim 'şu hatayı yaparsam şu olur' diye düşünmek istemiyorum." Diyerek beni daldığım yerden çıkarmıştı Jungwon.

Elimdeki katlı tişörtü küçük valizime yerleştirdim. "Bence en doğru olanı yapıyorlar, herkesin seviyesi bir değil. Daha yumruk atmayı bile başaramayan birisi ile aynı eğitimi görmeyi hak etmiyoruz." Diye karşı çıkmıştı hemen Jeongin. İki tarafta bana haklı geldiği için susmayı tercih ediyordum.

"En azından bilindik bir yere gidiyoruz, mavi birim benim ilk birimimdi." Diyen Jeongin ile Jungwon "benimde ilk birimimdi." Diyerek beşlik çakmışlardı. Yüzümü buruşturdum çünkü benimde ilk birimimdi. En iyi ve en kötü anılarım oradaydı. Acaba hâlâ Yeonjun, Huening Kai, Soobin mavi birimde miydi?

İçimdeki korkuya anlam veremiyordum. Yeonjun'u, Soobin'i, Hyuka'yı tekrar görebilme ihtimalim olduğu için sevinmem gerekiyordu ama sevinemiyordum. Onların bir suçu yoktu. Elendiğimde ve odada eşyalarımı toplamam gerektiğinde hepsi (buna Soobin de dahil) hüngür hüngür ağlıyordu ve hocayla konuşmaları gerektiğini öylece gidemeyeceğimi söyleyip duruyorlardı. Hyuka'nın o gün verdiği peluş anahtarlık hâlâ sırt çantamda asılıydı.

Daisy / taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin