"Seni eve bırakabilir miyim?" Sessiz olmaya özen göstererek ders notlarımı toparlamaya çalışırken hemen kulağımın dibinden gelen ses yüzünden bozuk sinirlerimle göz devirmiştim.
"Hayır ve sessiz ol, insanlar rahatsız oluyor." Ona hiç bakmadan ders defterimi ve kalemlerimi çantamın içine tıkıyordum. Sabahın erken saatlerinde zar zor yer bulduğum kütüphanede ders çalışmak dışında her şeyi yaptığım için biraz kızgındım kendime.
Ama en çok da bugünü verimsiz geçirmeme sebep olan aptala kızgındım.
İki masa ötemde, önüne kitap açmaya bile tenezzül etmeyerek gözlerini üzerime dikmiş ve kirpiklerini kırpmanın zaman kaybı olduğunu düşünüyor olacak ki, bakışlarını olduğum yerden bir an olsun ayırmamıştı.
Hissettiğim rahatsız edici bakışlar yüzünden kaşlarımı çatmak bugün yaptığım en büyük yanlıştı çünkü o bundan yüz bularak tüm itirazlarıma rağmen hemen yanıma yerleşmişti. Pahalı parfümünü soluyabileceğim kadar yakınımdaydı.
"Lütfen mon cheri, senin için bir şeyler yapmak istiyorum."
Sıcak nefesini kulağımda hissettiğimde huylanarak geri çekildim ve onu görmezden gelme çabamı yok sayarak çatık kaşlarla yüzüne baktım. "Sana beni rahat bırakmanı daha kaç kez söylemem gerekiyor?"
Mavi gözlerini kırpıştırarak yüzünde güzel bir gülümsemeyle "mon bijou," diye fısıldadı. "Neredeyse akşam oldu, yürüyerek kendini yormanı istemiyorum sadece."
"Ben de beni eve bırakmanı falan istemiyorum." Bilgisayar çantamı göğsüme yaslayarak ayağa kalktığımda peşimden gelmemesi için olabilecek en sert sesimle "Beni rahatsız etme," dedim. Gittiğim her yerde takip etmesini, konuşmaya çalışması ya da gözlerini dikerek izlemesini bir zamanlar umursamasam da şimdi tenime dikenler batıyor gibi hissettiriyordu.
Onun beni etkilemesine izin verdiğim için ben de suçluydum, sevgilisi olduğunu bildiğim herif iki güzel cümle söylüyor ya da beni umursuyor gibi davranıyor diye hemen yelkenleri indiriyordum.
Dişlerimi alt dudağıma kanatacak kadar kuvvetle bastırırken arkamdan gelen adımları duymazdan gelmek çok zordu. Çantama sıkı sıkı sarılarak kütüphanenin merdivenlerini inmeye başladığımda aklımı gece çalışacağım derslerle oyalamaya çalışıyordum.
"Dolunay lütfen bekler misin?"
Duyduğum yumuşak sesle dişlerimi sıkarak başımı çevirdim ve bana doğru gelen bedenine baktım. Düşük bel pantolonu, deri ceketi ve taktığı takılarla on kilometre öteden bile sıradan biri olmadığı anlaşılıyordu. Ve bu herif benim peşimdeydi aylardır. İnanılır gibi değildi.
"Bana bir daha Dolunay deme," diye uyardım yaklaştığı sırada. "Sadece yakınlarım o adı kullanabilir."
Kaşlarını kaldırdığı sırada alnına düşen saçlarını gelişigüzel arkaya taradı. "Sen benim yakınımsın ama, sayılmaz mı?"
Sesli bir nefes verdiğimde "Tamam tamam, sinirlenme," demişti.
Akşam rüzgarıyla ürperdiğimde eve gitmek için arkamı dönmek üzereydim. "Peşimden gelme," diyerek belki bu kez ikna olur diye şansımı denedim. Hiçbir anlamı olmamasına rağmen benimle evime kadar gelmesi, içeri davet ederim umuduyla gözümün içine bakması beni artık zor duruma düşürüyordu. Çünkü onu içeri almak istiyordum, üşüdüğü için sıcak bir çay vermek, istemediğim halde bana eşlik ettiği için teşekkür etmek ve olmaması gereken daha birçok şey daha...
"Seni arabamla bırakabilirdim, mon coeur. Ama pekala, zorlamayacağım."
Ve böylelikle ben sakin adımlarla caddede yürürken hemen arkamda hissettiğim varlığıyla evin yolunu tuttum. İşten dönenler yüzünden kalabalık caddede adımlarken bazılarının gözlerinin ona çevrildiğini fark etmiştim. Zaten çok dikkat çekici biriydi, bir keresinde yoldan geçen rastgele bir kadının onu durdurup ünlü olup olmadığını sorduğunu bile hatırlıyordum.
Tüm bunların yanında, ders çalışmak ve iki üç arkadaşıyla vakit geçirmek dışında hiçbir özelliği olmayan benimle neden ilgilendiğini sorgulamadan edemiyordum. Fazla dikkat çekici birisi değildim, onun sahip olduğu ışığın yarısına bile sahip değildim ancak ısrarla bana hayatında gördüğü en güzel şey olduğumu söylemesi garip geliyordu.
"Sana ceketimi vermemi ister misin?" dedi yanımda yürümeye başlarken. Çoktan evin sokağına girmiştik, bilgisayar çantamı kolumun altına alarak üşüyen ellerimi cebime soktum ve başımı iki yana salladım. Onun aksine benim gözlerim önümde yürüdüğüm kaldırımdaydı. "Gerek yok."
"Üşüyorsun ama glikoz şurubum."
Delici bakışlarının üstüne yoğun sesi eklenince yutkunmadan edemedim. Üzerimdeki bu etkisinden nefret ediyordum. "Senin bir sevgilin var Giray," dedim daha çok kendime hatırlatmak isteyerek. Ciddi bakışlarımı mavi gözlerine diktiğimde konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Bir sevgilin var ve buna rağmen benimle ilgilendiğini açıkça söyleyebilmen midemi bulandırıyor. Lütfen beni rahat bırak."
"Ama mon cheri," dedi kaşları belli belirsiz çatılırken. "Eğer bu bir sorunsa ondan hemen ayrılabilirim."
Adımlarım duraksadı. "Ne?"
Arka cebinden telefonunu çıkarırken dikkatle ne yaptığını izliyordum. Birkaç şey yapıp telefonu ortamıza tuttuğunda hoparlöre aldığı arama yanıtlanır yanıtlanmaz "Doğan," demişti gözlerimin içine bakarak. "Ayrıldık haberin olsun."
Telefonun ucunda kısa süreli sessizlik sonrası kısık bir gülme sesi geldi. "Tamam."
"Ne?" dedim kendimi tutamadan. Bir telefona bir de derin mavi gözlere bakıyordum. "Bu kadar kolay mı yani?" Hafifçe telefona eğildim. "Sevgilin ayrılmak istediğini söylüyor, tepki versene."
Giray bu dediğime ve hatta belki de yüz ifademe gülerken telefondaki boğuk ses "Benim oğlum ne yapacağını bilir." demişti.
Sırtımdan aşağı bir ürperti yayılırken Giray'ın yüzünde beliren gülümseme bugüne kadar gördüklerimin en parlağıydı. "Haklısın," dedi gözleri hala gözlerimdeyken. "Ne yapacağını bilir ma moitie."
Sözleri bana olmasa da gözleri üzerimdeyken üstüme alınmadan edemedim.
mon cheri: canım
mon coeur: kalbim
mon bijou: değerlim
ma moitie: diğer yarım
♡.・✩°。⋆
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASLA BELKİ | B×B×B
Non-Fictiononu tanımazsak çok şey kaybedecek gibiyiz, demiştin. • threesome.