GİRİŞ

43 4 1
                                    

  "Her şey göründüğü gibi olsaydı, eline aldığın deniz suyu mavi olurdu."

- George Orwell
________________________________________

  Minik adım sesleri duyuldu uzun, karanlık koridorda..."Anne?" Küçük kız kafasını hafifçe kaldırdı. Elindeki oyuncak ayısını sıkıca tutarken, göz ucuyla aralık olan kapıdan babasının ofisindeki odaya baktı. Tekrar o şapkalı adamlar... Annesi kapıyı kapattı, kızına gülümsedi ve elini tutu...

  "Yemeğini yedin mi? Hm?" dedi annesi tatlı bir ses tonuyla, küçük kız olumsuzca kafa salladı.

  "Oh, tatlı kızım benim... Gel hadi minik karnını doyurlarım senin," dedi ve uzun koridorda ilerlediler, küçük kız kafasını hafifçe arkalarında kalan ve gittikçe uzaklaşan kapıya çevirdi ve son kere baktı annesini takip etmeden önce... Hep yaptığı gibi...

(...)

  "Lilith! Arkanda!" diye bir ses duydum telesizden, hemen sertçe dirseğimi arkaya savurdum ve adamın dengesini kaybettirdim. Elimdeki bıçağı çevirdim ve adamın boynuna saplayıp çıkarttım.

  Adamın kanı eldivenime bulaştı ve yavaşça yere düştü, döndüm ve diğer ekibi takip ettim, Alexander bıçağındaki kanı silerken bana baktı. "Dikkatin dağılıyor, bana tekrar uyumayıp kendi kafanı bulandırdığını söyleme sakın." dedi kaşlarını çatarak, gülümsedim onu yürüyerek geçerken.

  "Merak etme, ben gayet iyiyim. Ayrıca ben gece uyumuyorsam barda oluyorum. Aa! Bak iyi hatırlattın, bana içki borcun vardı." dedim bıçağımı belimdeki kemere takarken. Alexander nefes verdi bıkkınlıkla ve gözlerini yuvarladı, benim peşimden geldi.

  "Sende biliyorsun ki, bir hata daha yaparsan eğer, teğmen sana hiç hoş davranmayacak." dedi ciddi bir tonuyla. Gözlerimi bu sefer ben devirdim.

  "Geçen ki benim suçum değildi, ne olmuş yani birkaç tane daha belge aldıysam, o belgeler işimize gayette yaradı, teğmen bana boşuna yüklenmişti." Alexander kafama hafifçe vurdu. "Hey." dedim huysuzca ve elini ittirdim ilerlemeye devam ederken.

  "Teğmene laf etme, o an gayette haklıydı. Olay o an o belgelerin yararlı olması değil, senin neredeyse ölecek olmandı. Hatırlatırım, on tane terörist vardı o binada." dedi bana hafifçe ama ciddiyetle. Nefes verdim ve elimi umursamazca salladım.

  "Aman sizde yani... Öldüm sanki, fazla abartmıştınız." Alexander bana laf yetiştirmeye devam edecekti ki, arabaya geldik.

  Arka koltuğa oturdum, Alexander yanıma oturdu. Tam gözlerimi kapatmış, biraz dinlenirken sert bir ses duydum. "Lilith." Harika... Dinlenmek istesem bile onu duyuyordum ya... Harika. Hafifçe nefes verdim ve gözlerimi araladım.

  "Evet, teğmenim? Gene ne hata yaptım?" dedim yorgun ve sinir olmuş bir ses tonuyla. Dean'nın, -yani teğmenin- gözlerinin içine baktım, zaten o bana sanki o an ruhumu okuyor gibi bakıyordu.

  Hafifçe oturduğu koltukta bana doğru eğildi, cam mavisi rengi gözlerinin içine baktım, yalan yok, sinir olsam falanda gözleri ama özellikle kirpikleri çok hoşuma giderdi...

  Maskesini indirdi, bana çatık kaşlarıyla baktı, alnına düşen siyah saç tellerine takıldı gözlerim bir an, sonra tekrar gözlerine baktım.

  "Güzel. En azından bir hata yaptığını biliyorsun. Gelişme var desene sen." Alaycı ses tonundan sebep normalde olsa ona bakmazdım o an bile ama malum... Teğmen olduğundan pek bir şey diyemiyordum.

  "Alexander sana haber vermese, o adamı fark etmeseydin, ne olacaktı? Hm? Cesedini mi peşimize alacaktık?" Nefes verdim bıkkınlıkla ve maskemi bende indirdim. "Gerek yok, orada bıraksanız da olur, teğmenim." dedim bende ona aynı sinir bozucu ses tonuyla.

LATİBULEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin