4

742 49 55
                                        


Poyraz çok geçmeden girdiği şoku biraz olsun atlatmış, tepkilerini dalga geçen bir gülümsemeyle izleyen çocuğa karşılık verebilir hale gelmişti.

"Gerçekten mi?" diye sorarken yüz ifadesini akıl almaz, gülünç bir tablonun içine düşmüş bir insanınkine benzetti. Batuhan ise karşıdan gelen aşağılamayı görmezden gelerek sırıtmaya devam ediyordu.

"Valla! Yemin ederim!"

Poyraz önce komik bir şey duymuş gibi kıkırdadı, sonra bakışlarını çocuğun ayak ucuna getirdi ve rahatsız edici bir yavaşlıkla tüm vücudunda gezdirip tekrar gözlerine çıkardı.

"Bu boyla mı?"

Batuhan, sırıtışı küçülürken bozulduğunu belli etmemeye çalışarak "1.80'im ben. Yeterince uzunum." diyebildi.

Poyraz aralarındaki yaklaşık dört adımlık mesafenin üçünü gerisinde bırakırken ağzına yamuk bir gülümseme yerleştirdi. Yaşanan gelişmeye ilk saniyelerden alışmış, çatışmanın keyfini çıkarmaya başlamış gibiydi. Ne de olsa, bu yeni kaptanla olan kavgaları eskiydi.

Alaycı ifadesini hiç bozmadan ellerini arkasında birleştirdi, zaten her daim dik olan omuzlarını daha da kabarttı ve adeta cüssesini sergiledi.

"Hala uzun hissediyor musun?"

"Evet." diye diretti Batuhan kararlılıkla . "Kendini iki buçuk metre sanıyorsun galiba."

Tam da beklediği cevabı almış olan çocuk alayla başını iki yana salladı.

Aralarındaki bir adımlık mesafeyi de kapatmak niyetiyle hareketlendi. Parlak krem rengi parkelerden  ayırdığı ayağını, Batuhan'ın ayakkabılarının dibinde tekrar yerle buluşturana kadar geçen bir saniye içinde, belli belirsiz bir cereyan geçip gitmişti vücudundan.

Ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu, ama bir şey olmuştu. Tuhaf bir şey.

O bir saniyenin sıradan saniyelerden çok daha farklı bir nabzı vardı. Attığı adımla her milimde, kaskatı kesilmiş çocuğun daha da yükseğinde dikilmesi ve onu takip eden titrek göz bebeklerindeki ürkekliği, sert yüz hatlarının kamufle etmekte noksan kaldığı hiçe yakın bir an...

Bir kalp atışı kadar küçük bir zamanı dolduran ana ait yüzlerce kare, o farkında olmadan zihninin derinliklerinde bir yere kazınmıştı.

Bir anlam yüklenmesine imkan vermeyecek kadar bilinmez, tuhaf bir deneyimdi. Kesin olan tek şey: Batuhan'ın sakıngan bakışlarla üstünden gelecek hamleyi beklemesinde içini gıdıklayan bir şey olmasıydı. Bu dizginlenemez çocuğa üstten bakmak, içinde bir yerleri kışkırtıcı bir hoşnutlukla okşamıştı.

Bu yabancı hissin incelenmesi o an için mümkün değildi. Belki ileride bir gün açılıp hangi yola çıktığını gösterecek, belki de varlığı hiç keşfedilmeyecek bir kapıyı aralamıştı sadece. Sorguya çekmek için fazla uçucuydu. Davetsizce girdiği zihnini, kimliğini kamufle eden bir hızla terk etmişti. Genç çocuğun dikkati çoktan kendi iç dünyasından dağılıp tekrar dışarıda toplanmıştı.

Artık neredeyse çenesi alnına değecek kadar yakınlardı. Delici gözlerini hiç kırpmadan diğerinin gözlerine dikmeye devam ediyordu. Ela mıydı onlar?

Bu zamana kadar onu hiç dikkatlice incelemediği için fark etmemişti, güzel gözleri vardı. Emindi ki, Batuhan şu an bulundukları durumda, onlardan ateş çıkarmayı hedefliyordu. Ancak iki kürenin sergilediği tablo çok farklıydı: gün doğuşunu andıran kızıl ışıklarla naifçe ışıldıyorlardı.

Onları, dipsiz bir kuyunun sakladıklarını görmek ister gibi dikkatle incelemeye başladığında ela olduklarından emin oldu, hem de daha önce rastlamadığı türden.

losing ground // poybatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin