5 [part1]

391 28 18
                                    

Akşamın ilk saatleriydi. Batuhan’ın zili art arda çalmaya başlamıştı, birkaç kişi daha geldiğinde tüm arkadaşları evinde olacaktı. 

Her dönem olduğu gibi bu dönemin başında da her fakülteden öğrencinin, ana dersleri dışında iki adet daha ders alması gerekli kılınmıştı. Kalabalık arkadaş grubu da seçimini aynı derslerden yana yapmıştı. Dersin hocasının ayırdığı 9-10 kişilik kümelerden biriydiler ve dönem boyunca yürütmeleri gereken bir araştırma ödeviyle görevlendirmişlerdi.

Batuhan’ın yorucu geçen maçtan sonra dinlenmek yerine herkese buluşma çağrısı atmasının sebebi ödev hakkında ne yapacaklarını planlamak istemesiydi.

Zil son kez çaldığında ayaklarını sürüyerek kapıyı açmaya gitti.

‘’Hoşgeldiniz, geçin.’’

Sözleri karşısındaki iki kişiyi selamlasa da konuşurken sadece Yunus Emre’ye bakmış, yanındaki Poyraz’ı görmüyor gibi davranmıştı.

Gözlerini birbirine değdirmekten kaçırdığı gencin bakışlarını ağırlığını hissedebiliyordu. Birkaç saat önce açık ara farkla sonlanan oyunu hatırlatan bir imayla onu izlediğinden emindi.

Ayakkabılarını çıkarıp içeri giren Yunus Emre’yle hızlı bir sarılma gerçekleştirmek için kollarını gevşekçe sırtına attı, ancak sarışın genç onu oyuncu bir şekilde havaya kaldırarak kucaklamış ve birkaç saniye sarstıktan sonra serbest bırakmıştı.

Kıkırdamasını durduramasa da ‘’Şöyle ani hareketler yapıp durma Emre ya! Sakatlayacaksın bir gün ya beni ya kendini.’’ diye söylendi.

‘’Ne yapayım oğlum? Ancak seninle şakalaşabiliyorum. Diğerlerine bir baksana, izbandut gibi herifler. Onlar beni belki sakatlar da,’’ dedi Yunus, Hilmi Cem ve Poyraz’ı kast ederek. ‘’seni tek kolumla bile kaldırırım.’’

Batuhan alıngan çıkmasına engel olamadığı bir ses tonuyla ‘’Abart istersen!?’’ diye haykırdı.

Hemen sonrasında kendini tekrar hava buldu. Yunus Emre’nin ardından içeri giren Poyraz, sıradan bir olaymış gibi bir kolunu Batuhan’ın beline dolayıp ayaklarının ikinci kez yerden kesilmesini sağlamıştı.

Refleksle omuzlarına tutunan çocuğa ‘’Gördün mü? Yine yanıldın.’’ der gibi bakarken onu havada tutmaya devam ediyordu.

Gözleri kocaman açılmış çocuk neye uğradığını anlamak için harcadığı birkaç saniyenin sonunda, ne ara Poyraz’ın boynuna sardığını bilmediği kollarını çözdü ve panikle bedenini ittirmeye çalıştı. Tekrar yere bırakılıp bu zamana kadar bulundukları en yakın pozisyon son bulduğunda, sanki elleri yanmış gibi hızla geri çekildi.

Poyraz, esmer çocuğun tepkileri karşısında dudaklarının bir anlığına kıvrılmasına engel olamamıştı. Ardından, az önceki hareketiyle ispatlamak istediği çıkarımını dile getirdi: ‘’Hoşuna gitmeyen gerçekleri kabullenemek gibi bir huyun var Batuhan.’’

Batuhan şoktaymış gibi hiçbir şey söylemeden öylece bakmaya devam etti. Normalde atılan her taş için misliyle vereceği cevapları olan çocuğu böyle donakalmış halde görmek alışıldık olmadığından, Poyraz da küçük bir şaşkınlık yaşamıştı. Anlaşılan Batuhan sandığından daha da utangaçtı. Yanakları da bunu göstermek ister gibi kızarmaya başlamış, elleri aceleyle aralık kapının kolunu bulmuştu. 

Kapıyı kapatıp gözlerini devirerek hızla yanından uzaklaşan esmerin ardından farkında olmadan bir kez daha gülümsedi. Kaldırdığı ağırlıktan yeni haberi olmuş gibi sızlamaya başlayan belini umursamadı. Batuhan’ı bugün bir kez daha haksız çıkarma fırsatına karşı koymaması onun tercihiydi.

Kızgınlığı yürüyüşüne yansıyan çocuğun salona gittiğini varsayarak onu takip etti ilk kez bulunduğu evde.

Herkesi selamlayıp L şeklindeki geniş koltukta boş bulduğu bir yere oturdu ve etrafı incelemeye başladı. Renk olarak her yerde açık tonlar tercih edilmişti. Krem rengi mobilyaların duvarların beyaza yakın apaçık pembesiyle buluşması ortaya sakin bir zerafet çıkarmıştı. Gözleri dekorasyon amaçlı kullanılan çeşitli objelere takıldı. Çoğunlukla gül motiflerinden oluşması dikkat çekiciydi. Tesadüfen bir araya gelmediği, özellikle seçildiği belliydi.

Bu zamana kadar ev sahibinin soğuk ve mesafeli tarafıyla karşılaştığından, evin içinde yaratılan soft ve romantik atmosfer beklemediği bir şeydi.

Çok geçmeden grubun eksik olan üyeleri de gelmiş, Batuhan gürültülü sohbet ortamını toplanma amaçlarını hatırlatarak bölmüştü: "Hadi başlayalım artık."

Herkes konuşmasına bir son verip dikkatini elinde bir kitap ve bir not defteriyle yer sehpasının yanına oturan çocuğa yöneltti.

Topluca yapmaları gereken ödevlerde süreci yöneten hep Batuhan olurdu. Ondan başka bu pozisyonu üstlenip fazladan kafa yormak isteyecek kadar derslerini umursayan biri olmadığından, diğerleri kontrolü memnuniyetle ona verirlerdi.

Planlama ve organize etme işini ona bırakıp sadece kendine düşen kısmı yerine getirmenin rahatlığını sürerlerdi.

Bu süreçte de ondan aldıkları direktifleri tam bir şekilde yerine getirmeye çalışır, aksi halde notlarına son derece önem veren çocuğun dilinden kurtulamayacaklarını çok iyi bilirlerdi. Bunun yanında, bu zamana kadar zor derslerden bile onun özverili çabaları sayesinde yüksek notlar alarak geçtiklerinden, ona bu konuda saygı borçlu olduklarının farkındalardı.

İçlerinden bir tek Poyraz arada bir çıkıntılık yapıp onun bazı fikirlerine karşı çıkardı. Bazen Berkan ve Yunus Emre de Poyraz'la birlikte Batuhan'ın fazla detaycı olmasına isyan ederler, dersi geçmeye yetecek ortalama bir ödev yapmayı teklif ederlerdi.

Batuhan kucağındaki kitabın kapağını onu izleyen arkadaşlarına çevirdi. "Aramızda bilmeyenler vardır diye söylüyorum, aldığımız dersin adı Sanat Tarihi." diyerek konuya giriş yaparken gözlerini erkek grubunun üzerinde kinayeyle gezdirmişti.

Dört genç, bu varsayımın doğru olduğunu belli edercesine birbirlerine bakarak kıkırdadılar.

Batuhan yeterince kınayıcı olduğunu umduğu bir bakış attıktan sonra kalın kitabın ilk sayfasını araladı. "Bizim konumuz Yunan Sanat Tarihi. Dört ya da beş konu başlığına ayırmamız lazım. Sonra bölüşüp araştırmaya başlayacağız."

İçindekiler bölümünü birkaç dakika dakika inceledikten sonra başlıkları mantıklı bulduğu çeşitli şekillerde dörde ayırarak arkadaşlarının fikirlerini sordu. Fikir ayrılığı yaşamadan herkesin kabul ettiği bir kombinasyon bulunduktan sonra sıra hangi başlıkları kimlerin inceleyeceğine karar vermeye gelmişti.

Bu sefer daha uzun süren bir vaktin ardından onu da belirlediler. "Herkes kimle eş olduğunu biliyor değil mi?" diye sordu Ayşe, herkesin ne yapacaklarını anladığından emin olmak için.

Batuhan "Evet." diye mırıldanırken sesindeki memnuniyetsizlik kendini gizleyememişti.

Dokuz kişi olduklarından 3-2-2-2 şeklinde ayrılmaları gerekiyordu. Ne şekilde dağılacaklarını belirleyen şey, oy çoğunluğu ile gençlerin evlerinin konumu olmuştu. Birbirine yakın oturanların partner olması gerekiyordu.

Ne şanssızlardı ki, Poyraz ve Batuhan'ın adresleri birbirine çok yakın, diğerlerininkiyle de bir o kadar alakasızdı. Kimse onlardan biriyle ödev yapmak uğruna buluşmaya ikna olmadığı için birlikte çalışmaya mahkumdular.

Batuhan konuları ve görev dağılımını organize etmek için uğraşırken kendini böyle bir sonun beklediğini hiç kestirememişti. Poyraz'la fazladan ve baş başa vakit geçirecek olması can sıkıcıydı ancak büyük bir meseleymiş gibi davranmamak adına, oylamayla belirlenen kaderini ses çıkarmadan kabul etti.

Yapacak bir şey yoktu, üstelik idare edemeyeceği bir durum da değildi. Haftanın birkaç günü buluşup bir-iki saatliğine araştırma yapacaklardı alt tarafı. Yine de Batuhan kendi kendini böyle telkin ederken yüzünü ekşitmeden yapamadı.





Part 2 ⏩

losing ground // poybatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin