Yıllardır susturduğum, bilerek açtığım, delik deşik ettiğim tüm yaralarım beni yıkmaya başlamıştı. Öyle bir acıydı ki bu, ayağa kalkmak bile zordu. Yataktan çıkamamıştım günlerce, yemek yemem ise dengesizleşmişti. Bazen yemek yememi durduramıyor, bazen ise hiç yiyemiyordum. Telefonun ekranını her saniye açıp da mesaj gelmiş mi diye bakıyordum. Anlaşılması zor bir insan olduğumun farkındaydım. İnsanlar beni anlayamıyor, tartışmak istediğimi düşünüp olayı kavgaya dönüştürüyordu. Neden böyle olduğumu anlamadılar. Telefon ekranında bildirimini görmek istediğim kişi ise beni anlamasını istediğim tek kişiydi. Belki kalbimdeki her kıymık çıkartılsa daha çok acıtacak kadar derindeydi. Ama iyileşmek için katlanmam gereken bir bedeldi bu. Günlerim onun beni anlamasını sağlama çabasıyla geçmişti. Mesajı gördüğünü gösteren o mavi renk ise artık kalbimi yerinden çıkartacak kadar hızlı ritimli bir korku meselesi haline gelmişti. Zordu. Birini ölesiye sevip de herkes gibi gideceğine emin olarak bağlanmak. Çok zordu... Göz yaşlarımın bana sunduğu her ıslaklık belki de beni anlayan bir şeyin uzun zamandır tek temasıydı. İnsanlar anlamak istemiyordu. Her şey açık açık anlatılsın istiyordu. Benim için en zoru bu iken yapmak için kendimi çok zorlamam gerekmişti. Tek isteğim neydi biliyor musun? Gitmeyeceğine emin olduğum birine rahatlıkla bağlanıp o sevgiyi hissedebilmek. Ailemin bile hissettiremediği o sevgi benim belki de yaşamak için tek ihtiyacımdı. Sesi ilaç gibiydi. Gideceğini bile bile sesinde huzur bulmak eceline aşık olmak gibi değil miydi?
İşte sırf bu sebeple karar vermiştim kendimi öldürmeye. Bana verilen bu beden ölse bile sonunda içinde sıkışıp kalmış ruh tüm belirsizliklerden, sadece anlaşılmak için insanların gözlerinin içine bakmaktan kurtulacaktı. Neden benim değişmem gerekiyordu? Benim neden bu halde olduğum önemli değil miydi? Değişen belki de ben değil onlar olmalıydı. Bir kızın ölümü kurtuluş olarak görmeden önce hayata döndürülmesini sağlamak için değişmeleri gerekirdi. Bu zamana kadar kendi elleriyle itmişlerdi beni bu belirsiz sona. Ya da başlangıç mı demeliyim?
Tarih 27 Nisan. Ajandamın sayfasını açtım ve tek bir madde ekledim 27 Mayıs için.
İNTİHAR ET.
Kararlıydım. Ama kararlı olduğum bir şey daha vardı. Hayatına son verecek bir kız neden eğlenmesin ki? Son günlerini güzel bir şekilde, rezil olmayı, kınayıcı bakışları umursamadan, her gün son günüymüş gibi yaşamalıydı. Ben de aynen bunu yapmaya karar verdim. İlk günümle başladım neler yapmak isteyeceğimi yazmaya. Bugün işe çocukluğumla başlayacaktım.
LUNAPARKA GİT.
O atlı karınca, dönme dolap, çarpışan araba... Doya doya binmek küçüklüğümden beri gerçekleşmeyen hayalimdi. Çantama ajandam ve gerekli birkaç eşyamı da ekleyip hemen çıktım evden. Dışarıdan gören biri için fazla hayat dolu olabilirdim tam şuanda. İçimde bugünü bekleyen o küçük Esra kıpır kıpırdı. Otobüsten otobüse aktarma dolu iki saatin sonunda beklediğim o yerdeydim. Küçük çocukların anne ve babalarının elinden tutup çekiştirirken koşturdukları, etrafın o kahkahalarla renklendiği, türlü makinelerin açtığı şarkıların birbirine karıştığı, hayalimdeki lunapark.
Annemin küçükken asla izin vermediği şeyle başlamaya karar verdim bu güne. Pamuk şeker yemek. Pembe bir pamuk şeker alıp boş bulduğum bir banka oturdum. Poşetini çıkarıp çubuğundan ayırırken ağlayıp koşarak annesinden kaçan küçük çocuk ayağıma takıldı. Tam düşecekken onu tutma refleksiyle elimdeki pamuk şekeri attım ve düşmekten son anda kurtardım. Annesi teşekkür edip çocuğunu azarlayarak geldiği yoldan geri dönerken ben yer ile bütünleşmiş şekerime üzüntüyle bakıyordum. Alttarafı bir şeker yemek isterken onu bile beceremiyordum. Sandığımdan fazla üzüntüyle bakmış olduğumu yanıma oturup da gülüp bana yeni bir şeker uzatan çocukla fark ettim. O kadar mı üzgün bakmıştım?
Teşekkür edip geri çevireceğim sırada "Kardeşim dolayısıyla olan bir hataydı. Lütfen telafi etmeme izin ver." Cümlesiyle sebebini anlamış oldum. Kafamla onaylayıp alarak önüme döndüm ve sırasıyla aynı işlemleri tekrar yapıp ilk kez yemenin tadını çıkarma çabasıyla etrafı izledim. Acaba nelere binsem diye düşünürken yanımdan bir ses daha geldi. "Ben Arif."
Memnun mu olmalıydım? "Ben de Esra. İzninle." Diyerek kalkıp bilet almak için yürümeye başlamıştım ki tekrar peşimden geldiğini fark ettim. Bulunduğum yerde durup arkamı dönmem ile "Birlikte eğlenmek ister misin?" Teklifini duymam bende büyük bir şok etkisi yaratmıştı. 20 yıldır -doğduğumdan beri- vakit geçirmek için çabalayan hep ben olmuştum. Hiçbir zaman böyle bir teklif almamıştım. Eski sevgilim de dahil olmak üzere kimseden. İşte sırf bu sebepledir ki bu ilkin nasıl olduğunu bilmek istedim. Kabul etmem bu amaçlaydı. Bilmek, öğrenmek, deneyimlemek.
Yüzüm tam tersini söyler gibi durmuş olmalıydı ki rahatsız ettiği için özür dileyip arkasını döndü. "Hayır. Lütfen. İlk neye binmek istersin?" Tekrar önüne dönüp "Emin ol çok eğleneceksin." Diyerek önümden hızlı hızlı biletleri almaya gişeye yöneldi. Ben ona yetişene kadar elinde sayamadığım kadar çok biletle dönmüştü bile. Parasını vermeye kalktığımda ise sahte bir sinirle "Teklifi ben yaptım. Tabii ki ben almalıydım." Diyerek geri çevirmişti.
Gondolla başlamak kimin aklına gelirdi ki? Bu kadar aksiyona hazır değildi bünyem. Her tepeye çıktığımızda Arif'in kolunu sıkıyor ve bağırıyordum. İndiğimizde kolunu gösterip oluşan iz için tazminat davası açacağını, açmasını istemiyorsam numaramı vermemi söylediğinde yanından uzaklaşıp gitmeye yelteniyordum. Yalnızlığa alışmış biri için fazla yabancı geliyordu bunlar.
Bu seferki ise atlı karıncaydı. Küçükken sadece bir kere ata bindirilmiştim. Prenses arabasına binmek için yalvarsam da annem izin vermemiş ve hep içimde kalmıştı. Oraya binmek için koşturduğumu görenler biraz şaşırsa da -Arif de dahil olmak üzere- sonunda orayı kaptığım için yüzümde oluşan gurur gülüşü kesinlikle görülmeye değerdi. Ki Arif de görmüş olmalı. Gülmesini durdurmasını bekliyordum. "Önemli bir şey oldu sandım. Peşinden koşa koşa geldim. Endişelendim. Bir baktım gözünü buradan ayırmadan gidiyorsun. " Tam cevap verecekken makine çalıştı. Ani hareket dolayısıyla düşmek üzereydi ki tutup arabanın içine çektim. "Sana bir sır vereyim mi Arif?" diye sordum. Meraklı gözlerle bana dönmesiyle cevabımı alıp devam ettim. "Bu benim son lunaparka gelişim. Sayılı günlerimden birini güzelleştirdiğin için teşekkür ederim." Anlayamamıştı. Sonra bir şey anlamış gibi kocaman gözlerle tekrar döndü bana. "Ölüyor musun? Hasta mısın?" Küçücük bir gülümseme oluştu yüzümde. Cevapsız kalan sorusuyla daha da meraklanmıştı. Konuşmadan durdurdum onu. "Yeni tanıdığın birine karşı fazla samimi değil misin?"
Cevabını beklemeden önüme dönüp tüm bu eğlencenin tadını çıkardım. Anne-babaları tarafından sırtlarından destek verilerek atın üstünde etrafı izleyen çocukları, dışarıdan fotoğrafını çeken ebeveynleri. Fazla ilgililerdi. Benim görmediğim kadar fazla... Makine durduğu zaman arkasından indim. Hava kararmış, lunaparkın kapanış saati gelmişti. Son bir makineye binmek istedim. "Dönme dolaba binsek olur mu?" Bana karşı olumsuz şekilde kafasını salladı. "Başka bir gün." Olmayacaktı ki. Bugünkü maddemi daha güzel kılmış, yalnızlığımı kısa süreliğine unutturmuş bir yabancıydı sadece. Öyle de kalacaktı. "Bugünü unutmayacağıma emin olabilirsin. Kendine dikkat et." Diyerek durağa doğru gitmeye başladım. Arkamdan son kez sesini duydum. Son anda yetiştiğim otobüse oturup camdan onun bana gülerek el sallamasını izlerken o cümleyi düşünüyordum. Ne demekti bu?
'Bir gün ışığının söndüğünü düşünürsen, sana ışık olacak kişiye kavuşacaksın.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sayılı Günlerimde
Teen FictionÖlmeyi son çaresi olarak gören Esra hayatına belki de ilk kez kararını vermiş ve kendisine son bir ay tanımıştı. Bu bir ayın sonunda ise arkasında 'Keşke' diyeceği hiçbir şey bırakmadan hayatına son verecekti. Tam bu sırada Arif ile tanıştı. Hayatı...