4. Bölüm

15 3 0
                                    

Geçmiş can yakardı, bunu deneyimlemiştim. Hatırlanmayan geçmiş ise vücudunu zehirlerdi. Burada nefes aldığım her vakit geçmişim beni zehirleyecekti.

Kimsesizdim, kimsesiz dünyamda yaşlı bir kadına tutundum. Kimi zaman derdimi anlattım, sevincimi paylaştım kimi zaman da kollarında ağladım.
Ve o kadın bir gün bana ailemi verdi. Geçmişim, yaşlı kadının dudaklarının ardından dökülürken kalbim saçma bir neşeye gebe oldu. Dilim her ne kadar inkar etse de kalbim bu anlatılanlara inanmak için dünden razıydı. Dedim ya kimsesizdim ben, ailemin olduğu bir yalan bile mutlu ederdi içimdeki o çocuğu.

Labirent'in duvarlarını şimdi daha rahat görebiliyordum. Buraya ilk düştüğüm zaman krallığın önüne düştüğüm için bu duvarlar yoktu. Taştan duvarlar hemen yanımda yürüyen duvarın ardındakini saklardı. Epeyce uzun olan duvarlar bir insanın atlayabileceği uzunlukta değildi.

Yemek masasında söylediğim sözlerin ardından apar topar içeriye giren adam kralın kulağına bir şey fısıldamıştı. Kralın duyduğu her neyse dişini sıkmıştı öfkeyle. Ben zaten ayaktayken o da ayağa kalkmış bir şey açıklama nezaketinde bulunmadan salondan ayrılmıştı. Kapıdaki askerlerin başları yere eğikken ben de peşi sıra dışarı çıkmıştım.

Kıyafetleri ve yaşam biçimleri geleneksel tarzda olsa da şatonun içinde bir asansör vardı. Boran asansörün içine girdi, kapılar kapanmadan ben de yanındaki yerimi aldım. Öfkeli bakışları bendeydi artık. Yüzünde ilk defa gördüğüm öfke ile korkutucu göründüğünün kanısına vardım.

"Geldiğin yere dön Lena." dedi tehlikeli bir ses tonuyla. Alayla güldüm.

"Geldiğim yere dönsem orası senin masan olmazdı." aynı gülüşüm gibi alaycı olan sözlerimden sonra birinci katı tuşlamıştı. O birinci kata inmemiz o kadar hızlı olmamıştı, seksen sekiz katı inmek dakikalar almıştı. Modernlik gelmese işleri işti doğrusu.

Sonunda istediği kata indiğimizde adamları da peşimize takılmıştı. Şatonun dışına çıkarken rahat ve meraklıydım.

Şimdi ise merak yerli yerinde duruyor yanına da tanımlayamadığım bir hissi almıştı.

Benimkilerin aynısı bir çift mavi gözle birlikte nefes dahi anlamamıştım. Beyin unuturdu ama kalp her zaman hissederdi.

En önde atın üstünde bütün ihtişamıyla duran kişi aydınlık tarafın kralından başka kimse olamazdı, yani benim babam. Beyazların karıştığı kahverengi gür saçları omzuna kadar geliyor, kafasına taktığı altın işlemeli taçla gücünü gösteriyordu. Gözleri tıpkı benimki gibi maviydi lakin benimkinin aksine daha açık maviydi. Sakallı yüzü ve yaşanmışlıkların barındırdığı kırışıklıklarıyla karşımdaydı, bir yabancı gibi.

Hemen arkasında labirentin kapısına kadar uzanan bir asker ordusu vardı, hepsinin eli de pusatlarındaydı. Olası bir hareketi bekliyordu iki taraf da. Boran'ın askerleri de aynı şekilde öfkeyle karşı tarafa bakıyordu.

Etrafıma attığım meraklı bakışlarım yıllar sonra hissettiğim duygularla krala yani babamda son buldu. Boran'dan aldığı bakışlarını hissetmiş gibi bana çevirdi.

Adını dahi bilmediğim bir adamın kızıydım bu evrende. Karşı krallıkta bulduğu kızını nasıl karşılayacağını dahi bilmiyordum.

Labirent'in KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin