on üç

158 19 3
                                    

bir kalbin olduğunu duydum,
görmeme izin ver.

"makineyi saçlarına tutmaya çalışıyorum gerizekalı it, kafanı kaçırıp durma" "kafa derimi yaktın amına koyduğumun, kafamı kaçırmazsam kırk derecede altüst kızaracağım" "durmuyorsun ki sikik!" saçlarını kurutacağım, dediğinde bir anlığına gerçekten normal geçmesi gereken birkaç dakika içinde saçlarımı kurutacağını, bitince film izlemeye geçeceğimizi ve belki de hemen sonrasında filmden sıkılıp kendimi onun dizlerine bırakacağımı, uzun zamandır dalabileceğim en derin uykuya dalacağımı sanıyordum.

lâkin ikimiz de parmaklarımızı aynı noktaya basarken işlerin beklediğim gibi gittiği ne zaman görülmüştü ki?

kesinlikle beceriksizin tekiydi, kaba söz ve öküzlükten başka bir şey bildiğini sanarken de kesinlikle yanılmıştım çünkü bir insanın bu derece yeteneksiz oluşunu bünyem bile kaldıramıyordu.

"kurumuştur, saçlarımı kabarttın yeterince" "çok konuşma, gayet iyi oldu" "taehyung demeyeyim demeyeyim diyorum ama, bu beceriksizliğini kimden aldın sen?" birkaç saniye önce kapattığı saç kurutma makinesini kafama vurdu. "ah!" "kalk" "ne kalk?" "kalk yerinden, yemek söyledim gelmek üzeredir. yemek yiyelim sonra izleriz"

sonunda elindeki makineyi gri l koltuğun ucuna atıp ayağa kalktı, kollarını kaldırmaktan toplanan tişörtü düzeltip bana döndü, direkt yüzüme bakarken bana verdiği zamanı onu baştan aşağı süzmekle kullandım. onun üzerindeki celine baskılı beyaz tişörtün aksine ben onun siyah tişörtlerinden birini giymiştim, ikimiz de altımıza gri eşofman ve uzun çorapları çekip yakışıklılığımızla tamamlamıştık kombinleri ve bu piçin sıfır efor olan bu hâliyle bile magazin dergilerinin aranan yüzü olduğuna emindim.

"yunan tanrısına döndün ha, düz saç yakışıyor sana" "sağolasın. 40 derecede kızarınca düz oluyorlar tabi" "bir kez daha ağzını açarsan seni kapının önüne atarım. şaka değil." "çok ayıp be güzelim" dedim onun arkasından mutfağa ilerlerken, ben cümlemi tamamlarken bir anda duran taehyung ile ise ona olan mesafemi korumak adına ellerimle belini tuttum bir anda. "insan can dostunu kovar mı böyle? bu havada hem de"

"can dostum" şaşırmayı bırak göz temasını bile kesmeden bana doğru bir adım attığında beline belirli belirsiz değen büyük ellerim kalça kemiklerine bir bulmacanın kayıp parçası misali oturdu, elimin altındaki ince tişörtten sıcak tenini hissederken yutkunup adem elmamı hareket ettirmekten, kendimi ele vermekten zar zor sakındım. "can dostumu sikeyim" dedi aynı göz temasıyla, bu sefer kaşlarını çatışını ve alayla kalkan dudakları altındaki köpek dişlerini görmeseydim, sinirle söylenen bir cümleymiş gibi gelirdi ama şimdi ait oldukları yere vantuzlanmış gibi hissettiren ellerimin altındaki teni sıkma isteğinden öteye geçmiyordu. "ve emin ol, bunu kesinlikle mecazen söylemiyorum"

sıcak mı bastı?

yoksa karşımdaki esmeri arzulayış seviyem başka bir boyuta ulaştı ve şimdi de bambaşka bir seviyede gerçekçi bir rüya mı görüyorum?

çünkü bu sefer normalde hep varlığını koruyan, olduğum yerden ve kişilerden arkama bile bakmadan kaçmak istememe sebep olan hiçbir duygu beni yakalayamadı.

bir şey diyeceğime çok emindim, ya da belki de yapacağıma. bana bu kadar yakınken ve ellerimin altındayken her zaman saçlarından gelen güzel kokuyu daha yakından solumak da bir seçenekti, yaklaştığında birleşen alt bedenlerimize karşın bana kafa tutan o güzel surat ifadesinin yerini büyük bir zevke bırakmasını sağlayarak, onu tam önünde durduğumuz mutfak tezgahına yaslayıp büyük bir hırsla sikmek de.

ozoneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin