"bizi bağlamaz, isterse yarın olsun, bir pantolon bir gömlek çekip çıkacağız." demişti.
kesinlikle yaklaşık bir buçuk saat boyu üç gereksiz kaos atlatacağız, bolca gerileceğiz, bunun üstüne musluk mermerinin üzerinde sevişirken o delice hazırlandığımız partiyi ekeceğiz dememişti.
ben ise her şey için çok geç olduğunu bu sözlerine kanıp ipleri çoktan onun eline verdiğimde anlamıştım.
ve beni biraz tanıdıysanız, konu sevgilim olduğunda her seferinde aynı tuzağa düşmekten ne yorulur ne de akıllanır olmuştum.
ilk kaos, taehyung'un fazla yavşak yan komşusu. siz olayı sevgilimin sözleri üzerinden yorumlamadan önce söylemeliyim ki, özür dilerim, savunabileceğim hiçbir tarafım yok çünkü o gevşeği kapıda belirdiği an indirmeliydim.
"ne yapıyorsun amınakoyayım?" "flört ediyordu" "flört mü ediyordu? üç yıllık komşum, dünyanın en hetero adamı benimle flört mü ediyordu?" "makarna da suya girene kadar düz" "bana gevşek gevşek cevap verme piç evladı, adama yumruk atıyordun resmen" "elini beline sarmadan düşünecekti, güya kargonu vermeye gelmiş bir de. eli kolu ayrı oynuyor" "seni dövmeden kalk siktir git odadan" ve konuyu fazla uzatmadan kalktım, böylece ilk kaosu başarılının da ötesi bir terimle kapattık.
ikinci kaos, hegel haklıydı. ne alaka amınakoyayım demeyin, büyük bir karl marx savunuru olarak karşımda hegel alıntılayan taehyung'a hegel'in deli saçması bir romantik olduğunu söylemek, yüzümün tam ortasına güzel bir yumruk yemek istiyordum. yine de konuşmadım, bugün günün kahramanı olarak ilişki defterimize adını yazdıracak kişi olma görevini ben üstlendim.
"yıllar değişse de şu mezun duygusu hep aynı" "sayılmaz, bu yıl seninleyim" tam olarak bu cümlenin ardından beni çekip dudaklarıma yapıştı, her şey mükemmelin de ötesindeyken kısa bir öpüşmeden sonra devam ettiği cümlesiyle "konuşmasına izin vermeden dudaklarına tekrar yapışmalıydım" cümlesiyle bütünleştim. "yine de güneşin altında yeni bir şey yok" tanrım, işte başıma yeniden ağrılar girdi.
"jöle nerede?" "alt çekmecede" "bundan bahsetmiyorum, yeşil olan nerede?" "sür birini amınakoyayım ne yapacaksın yeşilini?" "bu dayanmıyor" ardından kendi kendine söylenip dolap kapaklarını açıp sertçe kapatması alevlenen sinirini takip etti. "amınakoyacağım çekmecesinin de dolabının da sikerim bunu" banyo dolaplarının son yardım çığlıkları kulaklarıma çalındığında mırıldandım "o dolaplardan birindedir, bir şeyleri kırmadan soldaki göze bak" son kaos, jöle kaosuydu. taehyung'un pek sevdiği 'yeşil' jölesini bulamayışı on yaşındaki tablet çocukları gibi davranmaya başlamasına sebep oluyordu ve buna gülmek dışında müdahale etmeyi düşünmüyordum.
ben kıs kıs gülerken onun banyodan gelen sinirli homurdanmalarını duyuyor, biraz daha gülüyordum.
"buraya gel, o kıs kıs güldüğün ağzını dağıtırım" "nasıl dağıtırsın, önemli nokta orası" taşak geçiyordum.
yazısız bir kuraldı ki yaptığım cinsel imaların hiçbiri ardında gel beni sik iması taşımıyordu çünkü genelde ciddiye bile alınmazlardı ve tam olarak bu yüzden gecenin, aletinin ağzımı dağıtırken biteceğini kestirememiştim.
"buraya gel" derin bir nefes verip kelimeleri bastıra bastıra yüzüme çarparken son bir kez daha kendi halimde sırıtıp banyoya doğru adımladım. bir yandan altımdaki kota geçirdiğim kemeri ayarlıyordum ki tam da bu yüzden banyonun girişinde bir kolunu kapıya dayayıp yaslanırken beni izlediğini dibine girdiğimde farketmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ozone
Fanfictionyaşamak için bir nedene ihtiyacım var ve belki sen, bana gösterebilirsin. taekook | enemies to lovers?