Albert Camus'un siyah saçlı oğluydum ben, bugün doğan,belki de dün doğmuşumdur, bilmiyorum. İlk sözümü söylemeden evimdeki taşlardan ve çiçeklerden kendi mezarımı yapmıştım bile. "Yabancı" ile tanışmak için didindim durdum,Isa'ya kavuşmak için çırpınan hristiyan gibi.
Ben kendimi karalamaktan ellerimi görmez oldum,evimden çıkmadığım süreçte tüm şehirler,kasabalar aynı oldu.
Zaman babamdan daha hızlı aktı,o herif gibi optimist taklidi yapan sahtekar oldum.Sahtekarlardan da nefret etmem ayrı bir entrikaydı. Rolume öyle bir kaptırmıştım ki kendimi, unutmuşum kendimin de nefret ettiklerim gibi olduğumu.
Doğarken bile ağlayan bir doğaya sahip,bu mürekkep sistemde yeri bile belli olmayan aciz bir varlık olduğunu kabul etmezdim ben de. Zaten insanın kendine güvensizliği buradan başlardı. Enteresan bir varlık olmadığı gerekçesiyle yüzleşen insan belki de bu sistemi anlamak için vardı.
Varlık olarak kendimizi de çok aşağılamamız yalnış,belki de içimizden biri "üstün insan" falandı.
Üst insan olduğumuysa zerre düşünemiyorum. Bana göre doğa kusurlu,o kusur da biziz zaten. Doğanın kanunlarına göre varolmamalıydık. Hiçbir düzene uygun değiliz,her birimizin Tanrısı, sevdiği, gördüğü farklı. Bu doğamız yüzünden Günebakan çiçeklerinden hep nefret ettim. Onların Tanrıları da sevdikleri de gördükleri de aynıydı.
Insanoğlu özgür olmak ister, Günebakan çiçekleri gibi Güneşten asılı olmayı değil.
Yarattıkları Tanrılar ise vicdanlarını rahat tutmak için varoldu.Düşüncelerim de kendim gibi çelişkili bugün.
Yazamayan şair gibiydim ben, yaptığım işler, beslediğim aşk, kurduğum arkadaşlıklar,annemden gizlediklerim de öyleydi.
Her şeyden kaçmak için annemden izin aldım.
Gitme,kendi ayakların üzerinde durmayı öğrenirsin de geri gelmezsin,narsistliğimi besleyecek nesne bulamam, öfkemde mahvolurum dedi.
Gitmedim.
Ruhumu yolladım bu kasabadan ben de.
Aynalarla karşılaştığında yansımasına bıçak çeken birini fazla umut dolu yapan ne oldu?
Belki kendimi öldürürsem farkedilirim, belki buz kuleleri dikersem yalnışı anlarlar dediğim arkadaşlarım mı yoksa odanın ortasında deryalar yaratmama neden olan mı?
Evet,hepsi. En azından duygu hissettirdiler çünkü,duygulara o kadar yabacı kalmışım ki, iyi kötü hissetiren farketmez kalbimin tahtına oturtmuştum.
Bu taraftan ben de günebakan çiçeğiydim işte.
Okulun revirinde yatakta uzanıp defterime yazdığım notlardı bunlar.
Bana göre, duyguları en iyi yaşayanlar ergenlerdi.Toplum her zaman ergenlerle dalga geçmiş, sözde "olgunluk" kavramını üstün sayıyor.
Aptallıktan öte şey değil.
Olgunluk dedikleri sihirbazın şapkasını dibine gömülmek, duyguları özgürce yaşamak varken bastırmak, iş-ev döngüsünden başka bir şey değil.
Hiç tam zamanlı çalışıp 4000tl maaş alan "olgun" yetişkinin her hangi beat'i dinleyip duygularını anlamaya çalışdığını gördünüz mü? Şahsen ben görmedim. Kapitalizm köleliği öyle işlemiş ki iliklerine doğada sadece bir frekans olduklarını unutmuşlar. Belki de bilmiyorlardır bile. Tek derdi evin geçimi olan ruhsuzlardan ne bekleyesin ki?
17 olup 17 kalalım, müzikte kendimizi bulalım,kendimizin de frekans olduğunu unutmayalım,bir kamelyanın yaprağı gibi hissetmeyi becerelim,76 yıldızı sabırla sayalım,radyodan gelen gol sesine sevinen İbrahim'den daha kutsal olsun.
-
-
Sonlar tanıdık gelmeli
Bu günlük bu kadar absürtlük yeter 🌴
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Do Me a Favour | taegyu
Fiksi PenggemarOndan bana bi' iyilik yapmasını istedim,burnumu kırmasını istedim,ama "siktir git" dese belki daha nazik olurdu.