Bölüm 5

37 2 0
                                    

Ertuğrul Gökçek
"Nasıl bilmiyorum ya? Ne demek bilmiyorum! Senin kızın evden kaçıyor gidiyor ve sen bi halt bilmiyorsun öyle mi? Az kaldı duydun mu beni? Sizin fişinizi çekmem için çok az kaldı!" bu ne saçmalıktı böyle. Kızım evden kaçıyor bir not bırakıyor bu kadında hiç birşey yapmıyor. Yeri geldiğinde de dünyanın en iyi anne kızız diye övünürler beyinsizler.
Sinirden elim ayağım titriyordu. Bunlarla daha fazla uğraşamazdım. Evden çıktım ve arabama bindim. "Nereye efendim?" diye sordu şoförüm. "Bağ evine!" dedim ve kafamı geriye doğru yasladım. Orası benim en sevdiğim hatta tek sevdiğim yer olabilirdi. Anılarla dolu bir yerdi ora. Hayatımın en kaliteli anılarıyla dolu hemde...
☘︎
Tufan Arslan
Gözlerimi açtım. Başımın ağrısı çok fenaydı. Anında geri kapattım. Ardından yanımdaki masadan ilacımı almak için doğrulacaktım ki daha fazla ağrımaya başladığını anladım. Geri başımı yastığıma koydum. "Gonca!" diye bağırdım. Gonca endişeli bir yüz ifadesiyle anında kapıda belirdi.
"Noldu abi? İyimisin?" diye sordu endişeli halini koruyarak.
"İyi değilim. Şurda ilacım var versene." dedim elimle masayı göstererek. Gonca masaya doğru gitti bardağın içine su doldurdu ve haptan bir tane çıkarıp yanıma geldi. Başımdan tutarak beni kaldırmaya çalıştı. Biraz doğruldum. Ardından ilacı ağzıma koydu ve suyu içirdi dikkatlice. Bardağı geri yerine koyup yatağımın boş kısmına oturdu.
"Daha iyimisin abi? İçtin mi sen yine dün gece?"
"Çocuklar ısrar edince dayanamadım."
"İyi halt yedin abi! Kaç kere diyorum sana iyi gelmiyor sana içme diye! Ama beni dinleyen kim ki? Ben kendi kendime konuşuyorum zaten burda!"
"Lan Allah'ın çirkefi abilere bağrılmaz diye kaç kere söylicem ben sana! Boş boş bağırma! Kalk git kız şurdan! Zaten sinirliyim senden çıkarmayım. Yürü git yürü!" dedim ve hiç düşünmeden ayaklandı. Sırtını döndü 3 saniye sonra geri bana döndü.
"İnsan bir teşekkür eder şükürsüz!" dedi. Haklıydı aslında.
"Tamam hadi teşekkürler çık şurdan kızım üstümü değişicem." dediğimde anında çıktı. Başımın ağrısı biraz daha dinmişti. Yatağımdan çıkıp dolabıma yöneldim. Amir olarak ilk günümdü. Siyah bir gömlek ve pantolan seçtim. Zincir kolyemi de takıp saçlarımı taradım. Ardından ceketimi alıp odamdan çıktım.
Aşağı kata indim. Ailem yemek masasında oturmuş kahvaltı yapıyorlardı.
"Ooo Tufan Bey. Sizi buralarda görebilmek ne güzel!" dedi babam.
"Size de günaydın Ahmet Bey!" diye çıkıştım. Annem yanındaki sandalyeyi işaret etti. Gittim yanına oturdum. Tabağıma biraz birşeyler koyarken annem saçlarımı seviyodu.
"Oyy aslan oğlum benim. Büyümüş de amir olmuş. Daha şu kadarcıktın. Ne ara bu kadar büyüdün?"dedi annem. "küçül de cebime gir." diye çıkıştı Gonca.
"Gonca!" dedim dişlerimin arasından. Sus demek istediğimi anladı ve göz devirip tabağındakileri yemeye devam etti.
"Bizim şirket nasıl Tufan?" diye sordu babam. Ağzımdakileri bitirip konuşmaya başladım.
"İyi. Aynı devam ediyoz işte." dedim. Ağzıma domates attım.
"İyi iyi aman iyi olsun oğlum. Ben çok ilgilenemedim bu aralar. En kısa sürede geçerim geri başına." kısa bir süre önce kalp krizi geçirmişti babam. Ama şuan iyileşmişti.
"Ahmetciğim. Önce bir iyileş güzelce sapasağlam ol. Aslanlar gibi 3 tane yiğit var şirketin başında. Hem Mert'i biliyorsun o çocuk o şirketin başıboş durmasına izin verir mi hiç?"
"Haklısın Ayşe'm güvenim tam benim aslanlarıma." annem ve babamın konuşması bittiğinde ayaklandım. "Bana müsade." dedim ve evden çıktım.
Arabama bindim ve büyük bahçeden çıktım. Radyoyu açtığımda bahsetmem lazım şarkısı açıldı. Sesi fulledim. Dün ki Gözde'nin sahne performansı geldi aklıma. Gözlerimde canlandı bir an. Sonra saçma sapan düşüncelerimden uzaklaşıp emniyetin kapısının önünde durdum. Arabadan indim ve kapıdan içeri girdim.
Polis arkadaşlarım beni gördükçe, "günaydın amirim." diyordu. Hepsine tek tek karşılık vererek odama gittim.
"Oooo amirim! Günaydın." dedi Melih her zamanki ses tonuyla.
"Günaydın. Mert yok mu?" diye sordum. Normalde hep olurdu.
"Yok be abiciğim ya. Zehra'yla konuşacakmış. 'Canıma yetti artık' dedi." dediği sırada kapı açıldı.
"Kim konuşacakmış Zehra'yla? O hakkı nerden almış?" dedi odama izinsizce giren Gözde.
"Orada kapı var fark ettiysen. Adamlar onu niye koymuş? İnsanların özel alanlarına pat diye girilsin diye mi?" diye sordum.
"İnsanlar diyorsun. Seni ilgilendiren bir durum yok o zaman." dedi çok bilmiş. Çirkeflikte bir numaraydı.
"Bana bak kızım. Se-"
"Sayın Savcım!" dedi sözümü kesip bastırarak. Ardından ekledi. "Her neyse seninle buraya kavga etmeye gelmedim. Dosya hakkında konuşacağım. Ama ondan önce kim Zehra'yla konuşacakmış. Hesap soracakmış de bakim bana sen onu."
"Mert Efe." dedi Melih araya girip. Ben tam sanane diyecektim. Bu yavşak ne diye araya girip ona istediğini veriyordu.
"O kim?"
"Dünki kıvırcık çocuk."
"Haa şu Zehra'ya bağıran. Canınamı susamış oğlum bu çocuk? Ben size söyliyim Zehra onun orda ağzına sıçar." dedi çok bilmiş.
"Çok bilmişliğiniz bittiyse konuya girermisiniz Sayın Savcım." dedim bastırarak. "E malum işimiz çok da." diye ekledim ardından. Bana ters ters baktı ardından başladı anlatmaya.
"Bu dosyadaki isimleri tanıyormusun bak bakim bi?" uzattığı dosyayı aldım ve inceledim. İçinde tanıdığım bir kaç isim vardı. "Var" dedim.
"Tanıdıklarını şu deftere yaz" dedi defteri uzatarak "sonra bana ver. Daha sonra daha detaylı konuşuruz zaten." dedi ve çıktı. Defterin ilk sayfasına Fatih Taş, Canan Taş ve Hande Taş yazdım. Efe'nin ailesiydi bunlar.
Ardından diğer tanıdığım tüm isimleri yazdım ve ayağa kalkıp başkomiser Ali'nin odasına gittim. İçeri girdiğimde pişkin pişkin bana baktı.
"O kapıyı niye yapmış bu insanlar?" dedi beni taklit eden Gözde. İstemsizce güldüm. Şaka yok komik kadındı. O da güldü ve ardından konuşmaya başladı. "Yazdın mı?" dedi. "Yazdım" dedim ve defteri uzattım. Yazdıklarımı mırıldanarak okudu. Ardından bana döndü. "Zor iş olacak." dedi. Aynen manasında başımı sallayıp çıktım odadan. "Hem de ne zor" diye mırıldandım. Odama gittim ve Melihle birlikte kahve içtik.
Ardından Melih gitti bende kendi işlerime koyuldum.
Mert Efe Taş
Zehra'yı aradım. "Şirkete gel çabuk. Konuşmamız gerek." dedim ve kapattım.
Aradan geçen 1 buçuk saatin ardından kapı çalındı. Sekreterim Melisa kapıda belirdi. "Mert bey misafiriniz var." dedi. "Al içeri" dedim ve kadın başını çevirip kapının öbür tarafındaki Zehra'ya gel manasında başını salladı. Zehra içeri girdi. "Sen çıkabilirsin." dedim Melisa'ya ardından kapıyı kapattı ve gitti.
"Söyle" dedi Zehra kaba bir tonda.
"Söylermisinize noldu Zehra? Hatırlatırım ben senin hâlâ patronunum. Benim şirketimin avukatısın sen hâlâ." dedim sakin bir tonda.
"Ben de bunun için gelmiştim zaten. Al şunu." dedi ve bir kağıt uzattı. "Ne bu?" diye sorduğumda "oku anlarsın" dedi. Kağıdı okudum ve ardından Zehra'ya endişeyle baktım.
"Hayır Zehra böyle birşey yapmıyorsun!" dedim kükrer gibi.
"Öncelikle bana bağırma! Ayrıca sanane. Çalışmak istemiyorum kardeşim zorlamı?"
"Hayır Zehra. İstifa etmek ne demek? Sen bize lazımsın." dedim daha sakin bir tonda.
"Dün ki olanlardan sonra ben burada çalışmam kusura bakmayın." dedi daha kibar bir tonda.
"Unuturuz. Sıkıntı değil dün gece. Yapmam. İzin vermem buna."
"Ya sanane. Fikir benim karar benim. Sana karışmak bile düşmez. Sıradan bir çalışanım burda. İstemiyorum artık burada kalmak."
"Sıradan bir çalışan değilsin Zehra. Sen..." dedim ve sustum. Devamını getiremedim.
"Ne? Ben ne?" diye sordu daha fazla dayanamayıp.
"Sen çok başarılı bir avukatsın. Senin gibi bir avukatı şirketimize almayı başarmışız. Bundan böyle de bırakmayız."
"Benden daha iyileri var. Onları bulun." dediğinde gitmek için hareketlendi. Hızlıca ayağa kalktım ve kolundan tuttum.
"Yok senden iyisi yok!" dedim. Şüphe ile bakan amber gözlerine baktım. "Senden iyi bir avukat yok yani." dedim. Ardından kolunu çekerek.
"Vardır." dedi. Masanın üstündeki kağıdı aldı. "Sen mi gerekli mevkilere verirsin yoksa en kısa yönden ben halledeyim mi?" diye sordu. Ciddiydi. Kafaya koymuştu. Elindeki kağıdı hızla aldım ve yırttım. Şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı.
"Sen... Sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye bağırdı.
"Sana hayır dediysem hayır! Keçi gibi inatlaşıp durma benimle. Burası benim şirketim ve benim dediklerim geçer burada. Haddini bilsen iyi edersin Avukat hanım. Yoksa aksi halde ben sana bildirmesini çok iyi biliyorum. Bu sana verdiğim ilk cezaydı. Bence diğerlerini görmek duymak dahi istemezsin." dediğimde yanağıma vurduğu sert tokatla sarsıldım. Ardından kolunu sıkıca tutup sinirle dişlerimin arasından konuştum. "Bana bak! Benim sabrımı sınama! Dün gece dediklerim hâlâ geçerli. Canını yakmamı istemiyorsan haddi bil. Seni elimden o savcı bozuntusu bile alamaz!"
"Bozuntu sensin! Senin k bozuntu dediğin kadın neler başardı biliyormusun? Peki sen? O beğenmediğin kadın gibi bir iş başardın mı? Ben göremiyorum. Üstüne benim diye yattığın şirkette Tufan beylerin şirketi. Sen ne yaptın? Hep böyle kendini beğenmiş tavırlarla başaramadığın şeylerin üstünemi yatarsın? Bence sen eğer bişey başarsaydın ailen yanında olurdu değil mi? Neredeler? Hı neredeler Mert Efe bey? Sen beceriksiz kimsenin sevmediği aşağılık korkak bir herifin tekisin!" sinirden gözlerim dönmüştü. Yapmayacaktım. Kalbini kırmıcaktım."Git!" dedim kısık ama sinirli bir ses tonuyla. "Kalbini kırmamı istemiyorsan git!" dedim tekrar. Dolu dolu bana bakarken çantasını masanın üzerinden alıp çıktı. Olduğum yerde kalakaldım.
Koltuğa oturdum elim ayağım titriyordu. Ardından kapı açıldı ve Melih yanıma geldi. "Abicim noldu burda. Kız bi hışımla çıktı sen burda sinirden çıldırıyorsun. Ne yaşadınız amınakoyayim siz." dedi. Sinirden ateş püsküren gözlerimi ona çevirdim.
"Ailemin yanımda neden olmadığını sordu. Beceriksiz hazıra konan herifin tekiymişim. Annem babam niye benim destekçim değilmiş." dedim kan çanağına dönmüş gözlerimle ona bakarak. "Uvv derin konulara dalmış. Gel kardeşim uzan şuraya" dedi kolumdan tutup kanepeye yatmamda yardımcı olarak. Kriz geçirdiğimi anlayıp ilaçlarımı verdi. "derin nefes al ver. Takma kafana kız hiçbirşey bilmiyor."
'Bilmiyorsa bilmediği şeyler hakkında yorum yapmasın arkadaşım!" diye bağırdım sinirle. Melih başını haklısın der gibi salladı ve çıktı. Tek başıma koca odada kalmıştım. Gözlerimi yumdum ve şimdi ne yapabileceğimi düşündüm.
☘︎
Gözde Taşkın
Tufan'ın yazdıklarını tek tek okudum. Sadece ilk başta ki isimlere takılmıştım. "Taş?" diye mırıldandım. "Taş kimin soyadıydı ya?" diye sordum Ali'ye dönerek. "Tufan amirimin şirketindeki ortaklarından birisi. Mert Efe Taş işte savcım. Tufan amirimin yakın arkadaşlarından." dedi "Haa şu kıvırcık çocuk! Tamam tamam." dedim ve önüme döndüm.
Dosyayı elbette okumuştum ama çok fazla detaya girmemiştim. Mert'in, Tufan'ın bu konu hakkındaki yer almaları neden? Ve bu Melih denen çocuk niye hiçbir ciddi olayda yok? Kafama takılan sorularla yerimden kalktım.
"Noldu savcım nereye?" diye sordu Ali. "Tufan'a" dedim ve çıktım odadan. Tufan'ın kapısının önünde durdum. Bu sefer kapıyı tıklattım. "Gir!" dedi yüksek bir tonda. Gerizekalı bana emir veriyordu. Her neyse sakinim. İçeri girdim. Tufan beni görünce şaşırdı.
"Ooo savcı hanım! Siz kapıya vurmayı bilir miydiniz?" dedi pis pis sırıtarak. Gözlerimi devirdim. Ardından bu tavrıma karşılık ekledi, "tamam tamam şaka yapıyorum. Kızma hemen. Buyurun oturun. Birşey mi oldu?" dedi. Aferin daha kibar konuşuyordu. Demekki adam olabiliyormuş.
"Bana bu defter hakkındaki her şeyi tek tek anlat." dedim defteri masaya atarak. "Bu Mert Efe'nin olayla alakası ne? Sen ne alaka? Olaylar ne? İllaki haberin vardır. Baktım kaç senedir babalarınız ortakmış. Mert'in babası nerede? Fatih Taş kim? Canan Taş kim? Hande Taş kim?" dedi bastıra bastıra.
"Mert'in ailesi onlar. Doğrudur babam ve Fatih amca ortaktı. Çok iyi hatırlıyorum o zamanları. Mert'in mutlu olduğu tek zamanlar da diyebilirim. Sonra o gece o olay oldu. Mert'in hayatı altüst oldu. Yok olmadı. Bir daha da eskisi gibi olmadı. Babası yerine de kendi geçti zaten. Çocukluk arkadaşıyız biz. Hep hayali asker olmaktı. Ama o günden sonra babasının koltuğuna oturup onun izinden gitmeye karar verdi." dedi. Karışıktı. Olay çok karışıktı. "Daha fazla detayını da birlikte bulacağız savcım. Bakın bu dosya benim için özellikle Mert için çok önemli. En ince ayrıntıyı kaçırmadan çözmeliyiz bu davayı. Onlar Mert'in olduğu kadar benimde ailemdir." diye ekledi. Çözecektik. Tüm zorluklara rağmen bu işi çözecektik.
"Tamam ben o zaman gideyim daha fazla inceleyim. Tüm olayları da tek tek inceleyim." dedim ve çıkmak için sırtımı döndüğümde aklıma gelen soruyla geri ona döndüm. "Bu arada Melih kim?" dedim. Gözlerini kısarak baktı.
"Bizim diğer ortağımız. 3 ortak bizim şirket. Babam, Mert, Melih'in babası." dedi sakin bir şekilde. Anladım manasında kafamı sallayıp odadan çıktım.
Ali'nin odasına gidip çantamı ve ceketimi aldım. Emniyetten çıkıp arabama bindim. Adliyeye doğru yola çıktım.
☘︎
Melih Kılıç
Şirketin koridorlarında dolanıp geri Mert'in odasına gittim. Kapıyı açtığımda çoktan ayaklanmıştı bile.
"Daha ıyımısın kardeşim?" dedim. Gayet öküz gibi sağlam duruyordu.
"İyim iyim saol." dedi başını baktığı kağıtlardan kaldırmayıp.
"Abicim kendini çok yoruyorsun. Bu gidişle sen değil sinir hastası direk kalp hastası olursun amınakoyim. İnsan bi akıllanır bi duraklar. Ne iş aşkıymış arkadaş!" dedim. Sinirlendim şimdi yalan yok. Kafasını kaldırıp sinirle bana baktı. Haydaaa şimdi sıçtım.
"Sana daha kaç kere açıklama yapıcam lan ben! Sanane oğlum! Sanane amınakoyim ya! Derdim tasam yok bir de seninle uğraşıyorum. Ya sabır!" dedi sinirle. İyi iyi yine de çok bişey demedi. "Sen niye geldin hayırdır?" dedi daha sakın bir tonda.
"Kardeşimizi merak etmiş olamazmıyız abiciğim. Nasılsın diye bakmak için geldik heralde." dediğimde ufak bir sırıttı. Anca bu kadar gülüyodu zaten. Odun diyorum bu herife kimse inanmıyor abi. Şaka gibi.
Gelen bildirimle telefonuma baktım. Yeşil afet'dendi mesaj. Gülerek bildirime bastım. "Çıktım ben." yazıyordu. "Tamam 10 dakikaya ordayım" yazdım ve Mert'e döndüm. "Abicim ya benim işim çıktı hadi ben kaçtım." dedim. Arkamı döndüğümde durdurdu. "Hayırdır oğlum senin işin mi var? Ne işi? Nereye söyle bakim." dedi çatık kaşlarıyla. "Hiç öyle ufak tefek işler ya." dedim ve hızlıca odadan çıktım. Şirketten çıkıp arabama doğru ilerledim ve ardından arabama bindim.
13 dakika süren yolun ardından Kanal'ın önunde durdum. Kapının önünde duran kişiyle gülümsedim. Yeşil gözleriyle göz göz geldim. Hızlıca arabadan inip yanına doğru yaklaştım. O da bana doğru yaklaştı. "Selam" dedi kibar ses tonuyla. "Aleyküm selam" dedim ve arabanın kapısını açtım. Ezgi'nin binmesi için işaret ettim. Yaklaştı ve binmeden kulağıma yaklaşıp "çok centilmensiniz beyefendi." dedi kibar bir tonla. "Sadece size özel." dedim ve göz kırptım. Gülerek bindi. Ardından kapısını kapatıp kendi kapıma doğru gittim ve arabaya bindim. Yola çıkmadan önce boydan güzelce süzdüm. Açık siyah saçları, dekolteli, kırmızı, diz üstü, kısa elbisesiyle çok sexy
gözüküyordu.
Ezgi'yi bakmayı kesip yola döndüm ve arabayı çalıştırıp yola çıktık. "Şarkı yok mu?" diye sordu Ezgi. Çok fazla tatlıydı.
"Sen istersin de olmazmı?" deyip radyoyu açtım. Çıkan ah o güzel gözlerin şarkısını dinledi kısa bir süre. Ardından bana bakıp gülümsedi. Anca bu kadar denk gelirdi. İlk defa Tufan'ın şu saçma flashının içindeki bir müzik beni mutlu etti.
Güzel aşk şarkılarıyla birlikte geçen 17 dakikanın ardından lüks bir restorantın önünde durduk. Hızlıca arabadan inip Ezgi'nin kapısına doğru gittim. Kapıyı açtım. Ezgi ilk önce mini elbisesini düzeltim ardından dekolteli göğsüne elini koyup çıktı. Gözlerine bakıp gülümsedi. Ardından kapıyı kapatıp kilitledim. Önden giden Ezgi'yi takip ettim.
İçeri girdiğimizde bizi görevli bir çalılan karşıladı. "Hoşgeldiniz Melih bey." dedi.
"Hoşbulduk" dedim.
"Size rezerve ettiğimiz masa bu tarafta. Buyrun." dedi ve eliyle gitmemiz gereken yeri işaret etti.
Masaya vardığımızda Ezgi'nin belinden kavrayıp oturması için sandalyesini çektim. Oturdu. Bende tam karşısındaki sandalyeye geçip oturdum.
Garson önümüze 2 tane menü koydu. Menüye bakındım. Ezgi'ye döndüm. "Ne yiyorsun?" diye sordum.
"Biftek ve salata" dedi. Oha amınakoyim! Biftek çok pahalı lan. Yediğim haltlar yüzünden babam bütçemi bu aralar kısıtlıyordu. Sanki lise de bir ergenmişim gibi muamele yapıyordu. Tamam eyvallah zengindim ama şuan o kadar param yoktu. "İyi iyi" dedim. Yüzüm stresten kıpkırmızı olmuştu.
"Sen ne yiyorsun?" diye sordu yüzünde güzel bir tebessümle. Elini masadaki bardağa götürdü ardından eline alıp ağzına götürdü.
"Makarna" dediğimde ağzına aldığı suyu yüzüme boşalttı. Sırılsıklam olmuştum.
"Ne makarnası?" dedi gülerek. Masadaki peçetelikten peçete alıp yüzümü sildim.
"Normal bildiğimiz,anam babam usulü, salçalı makarna işte." dedim. Kahkaha attı.
"Ee madem makarna yemeye geldin bari eve gitseydik ya Melih. Ben daha güzelini yapardım." dedi alayla. Çok iyi fikir yeşil gözlü prenses.
"Bir gün onu da yaparız." dedim ve göz kırptım. Çapkınca gülüşüme o da çapkın bir gülüşle karşılık verdi. Ezgi de en az benim kadar çapkın bir insandı.
"Şaka maka cidden ne yiyorsun?" diye sordu. Şaka yapmıyodum ki lan ben. Ellerim terledi.
"Bilmem" dedim. Şuan benim için yemek seçiyordu. Ensemden terler boşaldı. Böyle giderse ben bu gece boyunca burda bulaşık yıkayacaktım.
"Tavuk seversen tavuk ye. Ya da illa makarna diyorsan çok güzel bir makarna var. Mantar soslu ve tavuklu." dedi. Derin bir oh çektim.
"İkinci fikri daha çok sevdim." dedim. Siparişleri vermek için garsonu çağırdım. 16 dakika ardından yemeklerimiz geldi.
Espirilerle, kahkahalarla, sohbetlerle dolu bir şekilde yemek yedik. Aradan 1 saat geçmişti.
"Böylece at da öküze aşık olmuş." dedim saçma hikayemi bitirerek. Ezgi kahkahalar attı. Saçmaydı ama bir o kadar da komikti. Gerçi benim her dediğim komikti.
Kahkahalarımız yanımıza gelen uzun boylu, kıvırcık, sarı saçlı, kahve gözlü çocukla bölündü.
"Ezgi'm. Güzelim. Ne yapıyorsun burda? Bu adam kim?" dedi. Önce Ezgi'ye ardından sarı kafaya baktım. Olayı çözmeye çalıştım.
"Sanane be! Sana hesap mı vereceğim ben?" dedi Ezgi de. Hâlâ çözememiştim.
"Sevgilimsin ya hani sen benim. Hesap veriveksin aynen. Telefonlarıma da bakmıyorsun zaten. Ne bu saçmalık?" dedi. Şaşırdım. Ezgi'nin sevgilisi olduğunu bilmiyordum.
"Ayrdıldık biz Alp! Ay-rıl-dık! Anlıyormusun? Ayrıldık!" dedi bastıra bastıra.
"Daha 2 gün önce koynumdaydın. Şimdi ne bu tavırlar, hareketler?" dediğinde çıldırdım. Ayağa kalkıp alp denen sarı kafaya doğru yaklaştım.
"Ne diyorsun lan sen? Ağzından çıkanı kulağın duysun! Kız istemiyorum diyor ayrıldık diyor. Sen daha neyi zorluyorsun lan gavat?" diye bağırdım. Ezgi koluma girdi.
"Tamam Melih boşver. Uğraşılmaz bu ayyaşla. Boşver. Gel biz yemeğimize devam edelim." dedi. Kıramadım. Kıramazdım. Arkamı dönüp masaya yaklaştım. Tam sandalyeye oturuyordum ki Alp'in sesiyle durdum.
"Noldu? Şimdide bunun koynunamı giriyorsun?" dedi. Gözlerimden adeta alev çıktı. Bana döndü Alp. "Sana söyliyim bu böyledir. Bir kaç ay gelir koynuna girer senle beraber olur ardından çekip gider. Oruspunun teki bu kız." dediğinde sandalyeyi yere fırlatım adama Alp'e doğru koştum. Yakasına yapışıp yere yatırdım.
"Lan bana bak! Sikerim oğlum seni! Seni sike sike döverim! Duydum mu lan beni!" dedim. Adeta kükrüyordum. Ezgi'nin bağırma seslerini duydum.
"Melih dur! Nolur dur!" diyordu.
Alp'in yanağına sert bir yumruk yapıştırdım. Ardından bir daha. Sonra bir daha. Kanadı. İtin ağzı, kaşı, burnu, tüm suratı kanadı. Bizi ayırmaya çalışan diğer müşterilerdi. Orta yaşlı bir adam beni tutup Alp'in üstünden kaldırdı. "Delikanlı sakin ol! Git kız arkadaşınla ilgilen." dedi Ezgi'yi işaret ederek. Korkmuş gözüküyordu. Belliki çok korkmuştu. Elleri kulağındaydı, bağrışmaları duymamak için yapıyordu bunu.
Yanına gittim ve ipek gibi saçlarından tutup göğsüme çektim. "Özür dilerim." dedim kısık bir sesle. "Özür dilerim" dedim yine bu sefer daha yüksek bir sesle. Kafasını kaldırıp bana baktı. Nemli yeşil gözleri korktuğunu öyle belli ediyordu ki...
Bana tekrar sıkıca sarıldı. "Gidelim mi?" dedi hâlâ geçmeyen korkusuyla. "Gidelim" dedim. Belinden tutarak yürüdüm. Arabaya bindik. "Nereye gidelim?" diye sordum. "Eve" dedi. "Sadece eve gitmek istiyorum" dedi. Tamam manasında kafamı sallayıp sürdüm arabayı.
Evlerine daha önce gitmediğim için yolu Ezgi tarif etmişti.
"Tamam burda duralım" dedi.
"Burası mı?" diye sordum. Bana baktı.
"Hayır bir arka sokak. Zehra ve Gözde'yle aynı evde kalıyoruz. Şimdi seni görürlerse çıldırırlar. Bir kavga daha çekemem ben. İyi akşamlar sana." dedi ve arabanın kapısına elini götürdü. Durdu. Tekrar bana bakıp yanağımı öptü. "Teşekkür ederim." dedi sadece. Sonra indi. Hiç birşey diyemedim. Sadece arkasından bakabildim...
☘︎
Gözde Taşkın
Dosyayı tekrar tekrar okudum. Kafamda canlandırdığım sahneler, tüm bu olaylar. Mert'i düşündüm. Üzülmüştüm yalan yok. Çok şey yaşamış bu çocuk. Bu yaşadıkları çok zor. Hemen hemen yaşadığı şeylerin bir kaçı benim hayatımda da yer alıyordu. İkimiz de kız kardeşimizi kaybetmiştik. Zor du. Bu acı, kapanmayan yaralar, tekrar tekrar kafanda canlanan sorular... Bunların hepsi kesinlikle çok zordu.
Daha fazla kafamı yormamak için dosyayı kapatım masanın üzerine koydum. Ardından saate baktım. Saat 20.39 olmuştu. Çantamı alıp kalktım. Odadan çıktığımda karşımda Ertuğrul amcayı gördüm.
"Hayırdır Ertuğrul amca?" diye sordum.
"İhbar için geldim." dedi.
"Ne ihbarı? Hayırdır?"
"Ezgi kayıp Gözde kızım. Bilmem kaç gündür evde yok. En son bir kavga etmiştik. Ondan sonra evi terk etmiş. Arıyorum bakmıyor da. Ya başına birşey geldiyse?" dedi endişeli bir ses tonuyla. Tanıyordum bu adamı. Çok iyi tanıyordum. Çocukluğumdan belli sürekli aynı ortamlarda bulunurduk. Ailemiz çok yakındı. Ezgi'yi sevmezdi. Hem de hiç sevmezdi. Biliyordum ki şuan bu endişesi çok yalandandı. Ezgi'nin bizde olduğunu söylesem mi söylemesem mi diye düşündüm. En iyisi söylemekti. Babası sonuçta. Bilmesi gerek.
"Endişelenme Ertuğrul amca. Ezgi bizde ve gayet iyi." dedim. Yüzünü şaşkın bir ifade aldı.
"Nasıl sende? Niye sende?" diye sordu peş peşe. Ne saçma bir soruydu. En yakın arkadaşıyım heralde sıkışınca bana gelecek.
"Kavga ettiğinizi söyledi, bir süre yanımızda kalmak istediğini söyledi bende seve seve aldım evime. Ne var bunda şaşıracak?" dediğimde endişeli bir şekilde baktı bana.
"Hiç. Hiç bişey yok. Doğrudur en yakın arkadaşısın sonuçta. Senin yanına gelmeyip kimin yanına gidicekti başka? Ona söyle evine dönsün. Babası onu çok seviyo bunu bilsin." dedi. Senin yalanına sıçım. Kıza demediğini koymayıp bir de yüzsüz gibi bunları diyordu. Böyle insanları sevmezdim. Hayatımda niye varlar bilmiyorum ama yapıcak bişey de yok. Çünkü hiç bir zaman hayatımdan çıkmıyolar, çıkmazlar.
"Başka birşey yoksa ben gidiyorum. İşim var." dedim. Yok manasında kafasını sallayıp beni boydan süzdü. Ardından hızlıca yanından geçip gittim. Çok garip bir adamdı. Neden bilmiyorum ama çok canımı sıkıyordu.
☘︎
Adliyeden çıkıp direk eve gittim. Binadan içeri girdiğimde Oktayla karşılaştım. Bu çocuk sürekli böyle pat diye karşıma çıkmaktan asla yorulmuyordu.
"Hayırdır Gözde? Niye bu kadar gel geliyorsun sen eve?" dedi. Üf ciddi olamazdı demi? Arada böyle saçma kıskançlık damarları tutardı. İnşallah şaka yapıyor olur. Yoksa aksi taktirde şuan hiç çekemezdim.
"Sanane lan! Hesap mi vericem sana marul!" dedim. Tanıştığımız ilk gün takmıştım marul lakabını ona. Oktay da bana beyaz tenimden kaynaklı pamuk şeker derdi. Ne şeker ne pamuk ama bende.
"Tamam da kızma. Şaka yaptım." dedi. İyi bari. "Şaka maka niye bu kadar gel geldin kız sen? Normalde saat 5 dediğinde evde olurdun." dedi.
"Sabah 8 akşam 5 mesaim bitti artık. Part time çalışıyoruz bundan sonra" dedim dalga geçerek. Çok çalışmam gerekti bu dosyaya. Ciddi manada artık 5 de evde olamazdım. Tüm günümü hatta tüm gecemi bile adliye ve emniyette geçirmek zorundaydım. 3 yılın ardından ciddi manada savcılığa geçiş yapıyordum artık. Sıkı çalışmam gerekli.
"Neyse yorulmuşa benziyorsun sen git de dinlen. İyi geceler." dedi gülümseyerek. "İyi geceler" deyip evin anahtarını çıkarıp kapıyı açtım.
İçeri girdiğimde çok güzel bir ortam karşıladı beni. Zehra ve Ezgi pijamalarını giymiş; evi balonlarla, süslemelerle parti mekanına döndürmüşlerdi. Gülümseyerek yanlarına yaklaştım. "Çok güzel olmuş burası. Siz... Siz benim birtanrmsiniz." dedim. "Yalnız biz 2 taneyiz. Hangimizi dışladın şuan." dedi Zehra dalga geçerek. Güldük.
"Hadi Gözde sen de gidip pijamalarını giy de gel." dedi Ezgi heyecanlı heyecanlı konuşarak. Tamam manasında başımı sallayıp odama gittim.
Çoktan pijamalarımı dolabımdan çıkarıp yatağımın üstüne koymuşlar bile. Kapıyı kapatıp elbisemi çıkardım. Yeşil kurbağalı pijamalarımı ve kurbağlı panduflarımı giydim. Makyaj masama oturup zaten varla yok olan makyajımı sildim. Saçımı iki yandan ördüm ve boy aynamın önünde durdum. Tıpkı 6 yaşında ki bir çocuk gibi duruyordum şuan. Emniyettekiler, adliyedekiler beni böyle görse beni ciddiye almayı bırak bana bir daha savcı bile demezlerdi. Alay konusu olurdum. Off Allah korusun. Bu kötü düşüncelerimden kaçıp kapıyı açtım ve odadan çıktım.
İçeri girdiğimde daha da mutlu oldum. Masanın üzerini cipsler, içecekler, kekler, çerezler ve çikolatalarla donatmışlardı.
Zehra lacivert sade pijamalarıyla ve mavi panduflarıyla çok tatlı duruyordu. Özellikle Ezgi... Pembe pembe giyinmiş bide saçını tatlı bir topuz yapmıştı. Pembe çok sevmezdim ama Ezgi'ye çok yakışıyordu.
"Hadi gel burası senin." dedi Ezgi brownilerle dolu kısmın olduğu yeri işaret ederek. En sevdiğim çikolataydı. 2 3 tane de değil 23 tane browni vardı. Gittim ve yerime oturdum.
"Film izleyelim ardından da şarkı açıp dans ederiz." dedi Zehra. Bu isteğine biraz şaşırmıştım açıkçası.
Kumandayı aldım ve uyumsuzları açtım. En sevdiğim filmlerden biri olabilirdi. Filmi yiyecekelerimizi yiyerek izledik. Farkında olmadan sıra sıra tüm brownileri yiyordum.
Detaylıca izledik. Öpüşme sahneleri geldiğindr çocukmuş gibi gözümüzü kapatıyorduk. Dalgasına da yapsak kötü geliyordu bu tür sahneler bana. Gerekesiz yakınlaşmalar, öpüşmeler koklaşmalar, evlenmeden yatmalar... Hiç sevmezdim böyle şeyleri.
"Abi şu dört gibi birini bulayım yeter." dedi Ezgi. Haklıydı. Gerçekten bu dört çok yakışıklı, karizmatik, dikkat çeken, centilmen bir adamdı. "Ah ah... Nerde bizde o kader..." dedim iç çeke çeke.
"Sanki hayatında kaç kişi olduysa! Lan bir insan hiç mi birinden etkilenmez, sevmez. Nasıl birşeysiniz siz?" dedi Ezgi sitem ederek. Zehra'ya da gidiyodu bu laf aynı zamanda.
"Önümüze çıkan her erkeğe yavşasaydık şimdiye ohoooo. " dedi Zehra uzatarak. Haklıydı. Güldüm bu tavrına. "Üf tamam susun da dördü ay filmi izliyelim." dediğimde evde coşkulu bir kahkaha koptu. Asla filmi sırf dördü görmek için izlemiyorduk, asla (!)
Film bittiğinde derince esnedim. Önümüzdeki masaya baktım. Herşeyi silip süpürmüştük. Brownilerim önümde yoktu. Yanımda oturan Ezgi'ye döndüm.
"Sen mi yedin lan benim brownileri mi? Bir sürü vardı burda!" dediğimde güldü.
"Sen yedin ya Gözde. Yediğinin farkında değilmisin?" dedi Zehra gülerek. Ciddi ciddi 23 tane browniyi tek oturuşta yemişmiydim. Üstüne birde çerez, cips falan yemiştim. Yarın adliyeden önce spora gitmem gerekliydi sanırım.
Masayı topladık ve televizyondan müzik açtık. Bağıra bağıra, dans ede ede söyledik şarkıları. Çok eğlendik. Ardından gelen komşuyla pijama partimizi yarıda bırakıp bitirdik. Herkes odasına dağılıp yattı.
Odama girdiğimde yatağımın üstündeki mavi battaniyeyi biraz açıp yatağımın içine girdim. 9 dakika boyunca derin düşüncelere daldım. Ardından uyuyakaldım.

EzhelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin