Saat dokuzu gösterdiğinde, küçük evdeki büyük yer saatinin çanı çalmaya başladı. Gözlerim kendiliğinden, ayarlı saat misali aralandığında yatakta doğruldum. Ayaklarım soğuk parke zeminle buluşurken derin bir nefes bıraktım. Bildirim geldiği için açılan telefon ekranından tarihe baktım; 12.09.2022. Doğum günüm. On sekizinci yaş günüm.
Hızlı adımlarla duvar içindeki gardıroba yöneldim ve tek tip siyah kıyafetlerime baktım. Her kıyafet ve kombin aynıydı, dikiş farkı bile yoktu. Siyah dizüstü etek, siyah gömlek ve yine siyah blazer ceket. En az iki kere ütülenmiş kıyafetleri giydiğimde ince topuklu ayakkabıları da ayaklarıma geçirdim. Makyaj masasının başına oturduğumda duvardaki saate baktım. 09:04. Sadece beş dakikam kalmıştı. İki dakika saçıma harcadım. Yine tek tip saç toplama şekline sahiptim. Küllü kumral saçlarımı sıkı bir at kuyruğuyla toplayabilirdim. Ancak at kuyruğunun, birinci saatten sonra baş ağrıtacak ve aralardan hiçbir saç teli fırlamayacak kadar sıkı olması gerekiyordu. Öyle de yaptım. El alışkanlığım sayesinde kolayca saçlarımı topladığımda yüzüme baktım aynadan. Tek bir sivilceye sahiptim ama bu yasaktı. Pürüzsüz bir yüz ile karşısında olmak zorundaydım. Hızla kapatıcı ve fondöten ile sivilceyi kapattığımda odamdan çıktım.
Parke zeminli kısa koridorda ilerlerken, küçük evin beni boğduğunu gün geçtikçe daha da hissediyordum ve bu, nefes alışımı zorlaştırıyordu.
Bebekliğimden beri bu evde yaşamama rağmen ne bu evi evim olarak görüyor, ne de hissedebiliyordum. Yabancıydı bu duvarlar, yabancıydı bu kırmızı işlemeli halı, soğuktu bu camlar ve kapılar. Ne evim diyebiliyordum, ne de ev olarak görebiliyordum. Tüm kötü anılarım bu duvarlar arasında geçmişti çünkü.
Ben dört yaşındayken, yaşıtlarım evlerinin tüm duvarlarını karalayıp lekelerken, ben sadece bir kağıdın üzerine kırmızı gözlere sahip bir adam çizdiğim için günlerce bodrumda kapalı tutulmuştum.
Beş yaşındayken, yaşıtlarım oyuncaklar ve arkadaşları arasında gülerken, ben, sadece bir oyuncak istediğim için günlerce aç bırakılmıştım. Arkadaşımın olması ise yasaktı. Bizden aşağı insanlarla arkadaş olamazdım. Okul öncesi ilk eğitimime gönderildiğimde, yine beş yaşındayken, sadece bir erkek yanıma oturdu diye çatalın aslında sadece yemek yemeyi sağlamadığını öğrenmiştim. O günden sonra da ne kreşe gitmiştim, ne de yanıma oturup bana gülümseyen o çocuğu görmüştüm.
Altı yaşındayken, yaşıtlarım çikolata, dondurma, şekerleme gibi şeylerle boğulurken, bana küp şeker yemem bile yasaklanmıştı. Hiç çikolata yememiştim ben. Hiç dondurma, jelibon, lolipop, gofret ya da meyveli tatlı bile yememiştim. Şekerim çoğu zaman bu yüzden düşükken, şekerim düştüğünde bile şeker uzatılmazdı. İlk önce sıkılmış meyve suyu, ardından bir dilim beyaz peynir yerdim.
Yedi yaşındayken, yaşıtlarım tıpkı benim gibi ilkokula, birinci sınıfa başlarken mızmızlanır, korkar ya da yeni eşyalara sahip olacakları için mutlu olurlardı. Ben, okula başlamadan önce gittiğimiz kırtasiye alışverişinde, üzerinde ateş deseni olan basit bir kurşun kalem istediğim için bir hafta boyunca odama kapatılmıştım. Renkli hiçbir kalemim yoktu. Kurşun kalemimde, kırmızı kalemimde siyah renkteydi. İstenilen kuru boyalar, renkler biz gibilere yakışmadığı için alınmayacaktı fakat daha sonra, bizden aşağı insanların bizi aşağı görmemeleri için alınmıştı. Ama yine dış rengi siyahtı ve okul dışında kullanmam yasaktı. Her gün kalemlerin uçlarına bakılıyordu. Resim dersleri ise, benim ilkokulda en sevdiğim dersti. Resim yapabildiğimden değil, başaramamıştım hiçbir zaman zaten. Sadece renkleri ilk defa özgürce kullanabildiğim zaman olduğu için.
Birinci sınıfa ilk başladığımda ise korkmuştum; evden dışarıya gerekmedikçe çıkartılmayan yedi yaşındaki ufak kız çocuğu, gördüğü büyük ve öfkeli insanlardan, bağıran pala bıyıklı müdürden ve kendisinin aksine disiplinsiz ve gülebilen yaşıtlarını görünce korkmuştu. Korkak olduğum için, bir çatalın ne kadar can yaktığını öğrenmiştim yedi yaşındayken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇATALLAR ve YILANLAR
FantasíaAteş, mutlak güçtü. İsterse havayı zehirleyebilir, suyu yok edebilir, toprağı çürütebilirdi. Ateş asıl güçtü fakat daima hor görülen olmuştu; karşı çıkılan, kötü olarak bilinen, kabul görmeyen olmuştu. Ben ve o ise, bu asıl gerçek olarak kabul edile...