minho yazmaya bayılırdı.
aklı başına geldiği ve kitap okumaya başladığı andan beri kafasının üzerinde ne zaman bulutlar uçuşsa, onları kovalamak için kağıt ve kalemi eline alıp masasının başına otururdu. minho yazardı; içindekileri, hissettiklerini, gülerler diye kimseye söyleyemediği hayallerini, kınarlar diye hiç dile getiremediği düşüncelerini yazardı. kalemi eline aldığında masa lambasının ışığı kendiliğinden yanar, dünya cayır cayır yanıyorsa bile dönmeyi bırakıp ona zaman tanırdı.
yazmak minho için çok şey ifade ediyordu. kimi zaman sayfaları terapisti, kelimeleri arkadaşı ve noktaları yara bandı olarak görüyordu. çoğu zamansa cümleler onun için bir özgeçmişti, bir şarkıydı, insanın konuşmadan anlatabildikleriydi, birinin gözüne baktığında görüp görebileceği en derin kuyuydu.
minho, yazarak nefes alıyordu.
ve yazdıklarını okutmaktan da pek hoşlanmazdı.
buna rağmen terapisti, nihayet cesaret edip de üç beş kelam ettiği o ilk seanstan hemen sonra, bir sonraki seans için kendisine birkaç karalama getirmesini rica etmişti. minho ne götürmesi gerektiği bilmiyordu. terapistin istediği türden olan defterin kendisinden mi, yoksa yıllardır en ufak adımını dahi dürbünle seyrettiği çocuktan mı bahsetmesi gerektiğini bilmiyordu. bay bang bununla ilgili bir şey söylememişti ama bunun sebebinin iki ihtimalin de sonucu değiştirmeyeceği mi, yoksa minho'nun o söylemeden de onu anlayacağını düşündüğü mü olduğunu minho bilmiyordu.
eve gelir gelmez minho, ceketini koridorun ortasına bırakıp telaşla odasına koştu. arkasından bağıran ve dağınıklığı sebebiyle onu azarlayan annesini kulakları duymadı. odaya girer girmez dizlerinin üzerine çöktü, çalışma masasının çekmecesini açıp içindekileri dağıtmaya başladı. ellerinde sebepsiz yere gelişmiş bir acele, bedenindeyse yersiz şekilde yayılmış bir adrenalin vardı. sanki acele etmezse biri bugüne dek yazdığı her şeyi ele geçirecekmiş de herkese okutacakmış gibi hissediyordu.
bazıları karalanmış, bazılarına yarım yamalak paragraflar resmedilmiş, çoğuysa ya buruşup ya düzgün boş sayfalardan oluşan kağıt yumağını odanın bir köşesine fırlattıktan sonra eline geçen ilk defteri alıp kucağına koydu. ne olduğuna bakmadı, içinde yazanı umursamadı ya da kucağındaki defterin onun için bitirdiği defterlerden kaçıncısı olduğunu düşünmedi. çekmeceden çıkaracağı diğer defterlere uzanıp büyük bir hırsla çekmeceyi karıştırmaya devam etti.
bunu yaparken nefesi kesiliyordu. kalbinden yayılan ağrı tüm bedenini sarıyor, acıyla sızlanmasına sebep oluyordu. çekmeceyi karıştırırken çok ses çıkarıyordu. annesi bir sorun olduğunu düşünerek oğlunun odasına gelmiş, ancak varlığını ifşa etmeyerek kapının minik aralığından onun hareketlerini izlemeye başlamıştı. minho hisleri kuvvetli bir insandı, yine de annesini fark etmedi. eğer algıları yeterince açık olsaydı, güçlü hislere gerek duymadan, annesinin ayak seslerinden de anlardı yalnız olmadığını.
nihayet çekmecenin dibini gördüğünde bunun yeterli olmadığını hissetti. yere hızla çöktüğünden acıyan ve kızaran dizlerinin ağrısını hala hissetmiyordu, muhtemelen gece farkına varacaktı morlukların. çöktüğünden belki biraz daha yavaş bir hızla ayağa kalktı ve bu kez de çalışma masasının hemen yanında bulunan kitaplığa yöneldi.
o kitaplıkta her şey vardı. ama minho'nun kolaylıkla ulaşabileceği raflarda hep ya onu düşünerek okuduğu kitaplar, ya da onu düşünerek yazdığı defterler olurdu.
defterlerin tümünü kucakladığı gibi ayağa kalktığında kucağından düşen defterin üstüne fırlattı. annesi bu hareketiyle hafifçe irkilip bir adım geriledi. minho hala onu fark etmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gazete sayfaları.
Fanfictionhyunjin'e takıntılı minho, terapistine yaptığı çılgınlıklardan bahsediyordu.