bay bang, odasının içinde attığı voltalar haddi hesabı geçince oturup daha sakin düşünmeye çalışmak adına kendi kendine önemli bir karar aldı.
dünden beri onca hastasını kenara bırakmış, yalnızca minho'yu düşünüyordu. minho'nun hyunjin'e yazdığı mektupları okurken buz kesen ellerini hala ısıtmayı beceremiyordu. okudukları onu boğazına kadar içine çeken bir dehşet çukuruna itiverdiğinde normalde asla yapmayacağı bir şey yapmış, iş hayatını kişisel hayatıyla harmanlayıp tüm gece uyumadan minho'yu düşünmüştü.
başta kafasının içinde ordan oraya çarpan dürtüler ona en olmadık ve olmaması gereken fikirleri diretmeye çalışıyordu. bir an yatağından sertçe doğruldu ve düşünmeyi bu kez de ayakta devam ettirdi. odasındaki hayaletler onun onlardan korktuğundan daha fazla korkmalarına sebep olurken gün boyu dişlemekten yara bere içinde bıraktığı dudaklarından rastgele küfürler mırıldanarak sayıklıyordu.
sonra eli komodinin üzerinde duran, her gecenin aksine o gece şarja takmanın aklına gelmediği telefonuna uzanıp savcıya telefon açmak istedi. yapamayacağını, bu durumun kendisini aştığını, daha yüksek insanlardan medet ummasını söylemek istedi. hatta gerekirse tüm bu bahanelerin kendisinin birer acemi uydurması olduğunu, kendisinin aslında minho'dan deli gibi korktuğunu da söylemeye bile razıydı.
gecesinin başları önce içinde tarafları belli olmayan fikirlerin ve sürekli harekete geçmeye yeltenip de her defasında başka başka ihtimaller tarafından durdurulan girişimlerin savaşını bitirmeye gayret etmekle, kalan kısmı da tamamen pes etmiş ve omuzlarını düşürmüş bir yılgınlıkla içindeki savaşa kulak vermekle geçmişti.
minho'nun zavallı terapisti, uykularını kaçıran bu mevzuyu çözemediği için önce minho'ya, sonra kendine kızıyordu. ama daha çok kızdığı bir şey varsa, o da doğru yolun ne olduğunu bir türlü kestirmeyi becerememesiydi.
ne yapması gerektiğini bilmiyordu, kısaca, minho'yla devam etmek ietemiyordu. ama bırakmak için yeterli, yeterli olsa bile onurlu, bir sebebi yoktu. sabaha kadar parmakları onlarca, belki de yüzlerce kez, farklı farklı numaraların üstünde daireler çizmiş, bir türlü ne aramaya ne de aramaktan vazgeçmeye karar verememişti. kimi araması gerektiğini de bilmiyordu, orası apayrı bir konu.
kafasında bin türlü kaçış yolu kurdu, hepsini de yakalayan bambaşka seneryolar. düşündükçe orda oraya atlıyor, atladıkça mesele zaten çok küçükmüş gibi gözünde büyüyor, gözünde büyüdükçe yaşadığı korku ve vücudundaki stres daha da artıyordu.
sabaha kadar böyle sürdü.
sabah olunca geri geri giden ayakları zorunluluktan yediği serumlarla onu minho'yla tanıştığından beri onun için horror house'tan farksız kalan renksiz, dertlerin daha fazla sığamayıp sokaklara döküldüğü o ofise götürdü. ofisin önünde fazla beklemedi çünkü kaçıp gitmek isteyen tarafının galip gelmesinden endişe ediyordu.
şimdi de minho'nun gelmesine dakikalar kala, odanın içinde turlayarak odanın en dip köşelerine sıkışmış toz parçalarını dahi havaya kaldırmış ve aklı nihayet başına yavaş yavaş gelmeye başladığında güçlükle sandalyesine oturmuştu.
terzi kendi söküğünü dikemez deyiminin daniskasıydı bu yaşadıkları.
kendisi görevli bir terapistti, yapması gereken tek şey minho'nun yaptığı her şeyi hangi sebebin çatısı altına sığınarak yaptığını öğrenmek ve ona göre onu hastaneye, cezaevine ya da evine göndermekti. ama bugüne kadar gördüğü hastalar arasından en tüyler ürpeticisinin minho olduğunu seziyordu. bakışları, cevapları, tepkileri, cümleleri onu tüm bunları düşünmeye itecek kadar alışılagelmedikti. ki gülüşü, emindi ki minho'nun gülüşünü bir kez görmüş olsaydı işini bırakıp uzaklara giderdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gazete sayfaları.
Fanfictionhyunjin'e takıntılı minho, terapistine yaptığı çılgınlıklardan bahsediyordu.