"oğlum arkadaşın yok mu senin?" bay bang sinirle masadaki kağıtları düzenlerken (minho artık meşgul gözükmek için yaptığını düşünüyordu) sinirle soludu. "mal mısın sen?"
"var abi." minho gördüğü fazla samimiyete farkında olmadan aynı şekilde karşılık verirken sesi de pek bir cılız çıkmıştı.
"yahu niye alt sınıflardan tanımadığın bir çocuğu takıntı yapıyorsun o zaman? git arkadaşlarınla vakit geçir. ne bileyim, kaykay sürün, atariye gidin, olmadı birinizde toplanıp kol oynayın. lan sen niye alt sınıf bir öğrenciyi," elindeki mektupları gösterdi. "bu salak sayfalarla darlıyorsun?"
beklemediği bir tepki alınca afallayan minho, kötü anılarının olduğu sayfalara mahcuplukla baktı.
bugüne dek kendisine deli muamelesi edildiği için arkadaşları dışında kimse onu adam yerine koyup da hakaret içeren öğütlerde bulunmamıştı. bu yaşananlardan sonra arkadaşlarının çoğu da konuyu tekrar açmamaya yemin ederek kapattığından dolayı uzun süredir mal mısın lafını duymuyordu.
bay bang, bir cevap alamadığında sinirle soluyarak arkasına yaslandı. başını geriye atıp sertçe şakaklarını ovaladı ve derin nefesler verdi. bu çocuğa artık tahammül edemediğini hissediyordu. çünkü normal şartlarda psikolojisi bozuk insanlar alışılagelmedik veya ahlak dışı davranışlarda bulunduğunda onların bunu hangi psikolojiyle yaptıklarını tespit etmek hareketlerini normalleştirmek için yeterli olurdu.
minho'nun neyi neden yaptığını anlayamıyordu.
"arkadaşın varsa," vardı. yani, minho'nun söylediğine göre öyleydi. aslında minho yalan da söylemiyordu, bir telefon açsa istediği yere gelecek olan onlarca arkadaşa sahipti. "niye yapıyorsun?" bunu anlamlandıramıyordu. "ailen," dedi bu kez de, "onlar da seni seviyorlar. derdin ne?"
minho kendini baskı altında hissediyordu. normalde kendinden emin cevaplar vermeye ve biri onu anlamak istemediğinde kavga çıkarmaya aşırı müsait bir kişiliğe sahipti ancak bilgi sahibi olmadığı konular hakkında bırak kavga etmeyi, iki çift laf etmekten bile aciz kalıyordu. minho suskunluğa alışkındı ama söyleyecek bir şeyinin olmamasını çok yabancılıyordu. "bilmem." dedi, alacağı tepkiden korkarak, arkadaşlarına da hep öyle demişti zaten.
hyunjin'e karşı hissettiği bu özel ilginin sebebini ve ona tüm bunları yaptıranın ne olduğunu bilmiyordu.
bay bang, uzun zamandır korumayı başardığı terbiyesini henüz yirmilerindeki çömez bir delikanlı için bozmamaya karar vererek derin bir nefes aldı. "anlattın mı?"
minho, duyduğu onca laftan sonra bıkkın bir ses tonuyla sorulmuş bu sorunun ne gibi bir amacı olduğunu ya da tam olarak hangi cevabı duymayı bekleyerek sorulduğunu anlayamamıştı. "neyi?"
"hyunjin'i."
"kime?"
"arkadaşlarına minho, delirtme beni." sabrının sınırlarının zorlandığını hisseden yaşlı terapist, dişlerinin arasından küfür niteliği taşıyan izah cümlesini tükürüp burnunun kemiğini sıvazladı. "arkadaşlarına hyunjin'den bahsettin mi?"
minho ailesi dışındaki insanlardan bu denli azar işitmeye az biraz bile alışkın değildi. hatta hayatında ona bir fiske dahi vurmamış babası söylese daha az şaşıracağı lafları bay bang'ten duyunca yerinde giderek küçülüyordu.
minho bir anda kendini çok güçlü bir suçluluk psikolojisi içerisinde buldu. duyduğu utanç bedenini öyle yoğunca kapladı ki ellerini koyabileceği bir cebi olmadığı için bile oturup ağlayabilirdi. bir şey kulağına 'her şey senin yüzünden oldu, her şeyin sorumlusu sensin, tüm bu insanlar senin için canlarını dişlerine takıyorlar ve senin düşündüğün tek şey hala seni tanımayan güzel bir çocuk' gibi cümleler fısıldıyor, geçen her dakikanın sonunda minho'nun kendine olan güvenini ve hislerine olan sadakatini yitirmesine sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gazete sayfaları.
Fanfictionhyunjin'e takıntılı minho, terapistine yaptığı çılgınlıklardan bahsediyordu.