bay bang, elinde minho'nun iki sokak aşağısında oturan çocuğa gönderdiği mektuplardan bazılarını tutuyordu.
savcılık tarafından özel isteği üzerine kendisine emanet edilen bu mektuplar geldiğinden beri odasının içinde dönüp duruyor, sandalyesine en farklı pozisyonlarda oturup kalkıyor, masanın üzerine serdiği kağıtları göz hapsinden bir an olsun çıkarmadan çatık kaşlarıyla derin derin düşünüyordu.
kağıtları eline alıp da içlerinde yazanları okumaya cesaret edememişti. minho'nun iç dünyasından az çok haberi vardı, minho'nun yaşadığı psikolojik sıkıntıların ona neler yaptırabileceğinin de farkındaydı. onun hastalıklı zihninden çürüyüp dökülen onca parçayı yutup hazmetmeye hazır olduğunu sanmıyordu. minho'nun garipliği onu korkutuyordu.
yine dakikaların saatleri katladığı, yelkovanın akrebi kovaladığı onca sürenin ardından tekrar kendini o kağıtların önünde oturmuş, onları süzer haldeyken bulmuştu. oldukça düşünceli görünüyordu, her ne kadar tam olarak ne düşündüğünü o bile bilmiyor olsa da.
bu deli çocuğun yazdıklarını okuduğu taktirde kendisi de delirmekten korkuyordu. dahası, bu önünde serilen kağıtlar, sıradan bir hayat süren en alelade insanın tanımadığı bambaşka bir insandan duyduğu ona özel yazılmış cümlelerle doluydu. kendisini, bu kağıtları kendini, uğruna yazıldığı, adının hyunjin olduğunu öğrendiği genç adamın yerine koyarak okuyacak olduğunu bilmek tüylerinin diken diken olmasına sebep oluyordu. onun yerinde olmak istemeyeceğini düşündü.
tüm bu düşünceler aklının tam orta yerinden soğuk bir ayaz gibi çarpıp geçtiğinde irkildi ve uzanıp masanın üzerindeki kağıtları eline aldı. mektuplar zarflarına konmadan gönderilmişti ama onları karıştırmıyordu, minho o mektupları zarflarına koymadan evvet hep zımbalardı. derin bir nefes aldı ve artık başlaması gerektiğini hissetti. eline geçen kağıtlar arasından en eski tarihe sahip olanı seçip diğerlerini tekrar masaya bıraktı. saatlerdir çatık olan kaşlarıyla dikkatle mektubu okumaya başladı, yakında başının ağrıyacağını hissediyordu.
06/04/2022
sana, bana ulaşabileceğin herhangi bir iletişim ağı sağlamayacağım, çünkü benden isteğimin dışında haberinin olmasını istemiyorum. ben seninle konuşacağım ve dinlediğini bilmek bile bana yeterli hissettirecek. belki de sana tüm bunları yazan kişinin nasıl göründüğünü, nerde yaşadığını, kaç yaşında olduğunu merak ediyorsundur, ama bunu asla öğrenmeyeceksin, özür diliyorum.
bay bang, zaten çatık olduğu kaşlarını daha da çattı. bilmediği bir insandan mektuplar alan bir zavallının merak edeceği ilk şeyin minho'nun yaşadığı yer olacağını sanmıyordu. minho, onu korkuttuğunun farkında değil gibiydi.
o sebepten, seninle tek taraflı bir sohbet sürdürmeye devam edeceğim. bunları okuyacaksın, biliyorum, hem merak edeceksin hem de yazdıklarım ilgini çekecek. yazdığım her bir harfte gezdireceksin gözlerini, hiçbir paragrafı atlamayacaksın bile.
bu mektupları okurken, hep yaptığın gibi, yatağının dibine oturup sırtını yatağına yaslayacak ve bağdaş kurduğun bacaklarının arasında tutacaksın bu kağıtları, biliyorum. ellerin her zamanki gibi titreyecek bu kağıtları kavrarken. yemek yemediğinden endişe ediyorum, bazenleri.
hyunjin.. ismin çok güzel. adını söylemekten mutluluk duyuyorum, inan. ismini söylerken dilimi döndürmek bana öyle büyük bir zevk veriyor ki, ölene kadar kullanabileceğim tek bir kelime seçmek zorunda olsam ismini seçermişim gibi hissediyorum. sesim bile gülüyor, adın dudaklarımdan çıkarken. adını ağzımdan duyabilmeni çok isterdim, hyunjin, senin adının bende bıraktığı etkiden ve isminin dudaklarıma nasıl yakıştığından bizzat haberdar ol isterdim. ama ne yazık ki bu mümkün değil, asla adını dudaklarımdan duyamayacaksın.
hyunjin, günlük tutmayı seviyorum. aslına bakarsan bir aralar ona küskündüm çünkü ona kimden bahsedersem gidiyordu, beni bırakıp hayatımdan çıkıyorlardı. ben de uzun bir süre ona kimseden bahsetmemeye karar vermiştim. günlüğümün beni kıskandığını düşünüyorum. onunla her gün en az bir saat vakit geçiriyor olmama rağmen o, tek arkadaşımın o olmasını istiyor. bu bencilliği yüzünden ona karşı kızgındım ve uzun bir süredir de onu çekmecemden çıkarmıyordum.
ta ki seni görene kadar.
seni gördükten sonra birilerine senden bahsetmek için o kadar büyük bir istekle yanıp kavrulduğumu hissettim ki, o tozlu kapağı açıp da lanetli günlüğüme senden bahsetmezsem bu sefer sen de gidecekmişsin gibi hissetmiştim. sonra koşarak merdivenlerden çıktım, her gün istinasızca yakalarını düzeltip yerine astığım okul gömleğimi odanın rastgele bir köşesine fırlatıp altımda okul pantolum varken ve üstüm henüz çıplakken masanın başına oturup nereye koyduğumu dahi hatırlamakta zorlandığım günlüğümü kitaplığımın en ıssız raflarından indirmeyi başararak defteri önüme açtım ve ona hemen senden bahsettim. bunu yaparken ellerim o kadar titriyordu ki, bir an sinirden az daha ağlayacaktım. her bir harfi büyük bir tutku ve heyecanla yazıyordum ama kelimeler satırlara çakıldıkça bir sonraki kelimeyi unutacakmış gibi hissetmenin verdiği korku da ayaklarımın durmadan kıpırdanmasına sebep oluyordu.
yani ona senden bahsettim, yıllara dayanan ayları sayfalarına tek bir harf dahi karalamadan geçirdiğim günlüğümü onca zaman sonra açıp senin hakkında düşündüğüm ve hissettiğim ne varsa, korkmadan anlattım. çünkü bu kez, anlatırsam değil, anlatmazsam bana darılacakmış gibi hissetmiştim.
günlüğümle beni barıştırdığın için sana minnettarım.
ürperdiğini hissetti genç adam, günlüğünün kendisini arkadaşlarından kıskandığını düşünen hastalıklı bir zihnin, kendisini tanımayan birine yazdıklarını okurken tüyleri diken diken olmuştu. okudukça minho'nun bilinç altında daha da hakimiyet kuruyor, kafa kurcalayan düğümleri çözdükçe içindeki dehşet daha da büyüyordu.
titrek bir nefes verip elindeki kağıdı masaya bıraktı ve diğer kağıtların bulunduğu desteyi tekrar kavradı. en üstte kalan zımbalanmış kağıtları kavrayıp diğeri arasından ayırdı.
18/06/2022
bu sana ulaştırdığım dördüncü mektup hyunjin, zamanın bu kadar hızlı akıp geçmesinden daha çok şaşırdığım bir şey varsa o da asla anlatacakları bitmeyen parmaklarımın bir türlü yazmaktan yorulmamalarıdır.
ben seni bir ödül gibi görüyorum, hyunjin. her bir bakışın, adımın, hareketin beni öyle büyük hülyalarda gezdiriyor ki sana bakakalmaktan kendimi alıkoyamıyorum. keşke yüz yüze konuşabilsek diyorum bazen, o zaman gözlerimin sana bakarken ne kadar parladığını görürdün. ama yapamayız, biliyorsun, bunu sana detaylıca açıklamıştım.
sapık gibi görünmek istemem ama, kitap fuarına neden gitmedin hyunjin?
yemekhanede, her zamanki gibi pirinç tanelerini sağa sola iteklerken bir anda asla hatrımdan silinmeyen, onu farklı kılan bir yanı olmasa da nerde görsem tanıyacağım montun gözlerimin önünden geçince kaşlarımı çatıp ayağa kalkmıştım. sonra arkadaşların görür de, benden şüphelenirlerse diye, çünkü eminim ki onlara benden bahsediyorsundur, sertçe tekrar sandalyeye oturup okul bahçesinde adımlayan seni izledim. bahçenin önündeki arabaya binip gözden kaybolmanla yemeğimi de öylece orda bırakıp sınıflara çıkmıştım.
sonraki teneffüs alt sınıflar boştu, ben de koridordan geçen rastgele birine sordum, o da alt sınıfların kitap fuarına gittiklerini söyledi. bu cidden beni şaşırtmıştı çünkü kitap okumayı seviyorsun sanıyordum, hayır, kitap okumayı sevdiğinden emindim. ve yıl içinde yaptığın ilk devamsızlığını bir kitap furası yüzünden yapmış olman beni düşündürmüştü.
ah, belki de sonrasında tek başına gitmek istersin diye bile düşündüm ama okulca gidildiği vakit yüz liralık hediye çeki veriliyordu ve sen yüz lirayı göz ardı edebileceğin kadar çok para kazanan bir babaya da sahip değilsin.
o yüzden, hyunjin, saatler boyu süren düşünme seanslarımın ardından, şu anda almak istediğin bir kitabın mevcut olmadığına karar verdim. umarım öyledir.
ve hava sayfaları görmesini engelleyecek kadar kararana dek onlarcasını okumaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gazete sayfaları.
Fanfictionhyunjin'e takıntılı minho, terapistine yaptığı çılgınlıklardan bahsediyordu.