Asena Atasoy'un Anlatımıyla
Her şey tam yerinde oturmasada kardeşlerim dediğim ama çocukluk arkadaşlarımdan birinin yanında, güvendeydim. Sanki bir kocaman gövdesi olan, yaprakları yeşilin her tonuna bürünmüş göz alıcı bir ağaçtan bir düşüm gerçekleşip düşmüş gibiydi.
Huzurumu aradım ve artık yanındayım. Diğerlerini de bulmak için kendimize söz verdik. Sözümüzü tutmak için tüm inancımızın ile çalışıyorduk. Sadece çalışmak yetmiyordu. Umut etmek, zordu ama imkansız değildi. Her akşam güzel hayaller hakkında konuşup umut ediyorduk. İkimiz buradaydık. Diğer birimiz yani, Lider Tuğrul Abi hiç yoktu. Tuğrul abimiz için umut ışıkları on dokuz yıl önce sönmüştü. Diğer beş çete küçükleri, onlardan bir iz yok. Hilal'in yurt dışında yaşadığını düşünüyoruz. Halası İtalya'da yaşıyor ve yanında olma ihtimalimiz de var. Eğer emin olursak İtalya'ya gidip alacağız.
"Oğuz neredesin? Daha işin bitmedi mi?" Diye seslendim. En son mutfağa gitti ve birkaç yiyecek hazırlayıp geleceğini sösöylemişti. Oğuz'u beklerken biraz dalmışım ve onu bulduğum zamana doğru kaydı, aklım.
İnanması zor ama umadık bir anda göz göze geldik. Sanki her şey rüya gibiydi ama o hep oynadığımız parkta gecenin ikisinde salıncakta sallanıyorduk. Güzel ve unutulmaz bir anda da öte olmuştu.
Tekrardan seslenince içeriden ses gelmedi için bende mutfağa onun yanına gitmeye karar verdim. Mutfağa geldiğim de bir terslik olduğunu sezmem, çok vakit almadı.
Mutfakta değildi. Belki de diğer odalardadır diye seslendim.
"Oğuz neredesin?" Sesim olmasından daha çok endişeli çıkmıştı. Kaybetmekten korkuyordum. Bulmuşken kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Tüm evi dolaştım, seslendim ama yoktu.
"Oğuz gitme. Bu bi rüya olsun da gitme." ama yine ses yoktu. Göğüs kafesim sıkışıyor, nefes almakta zorlanıyordum.
"Oğuz seni bulmuşken, bulmuşken... Gideyim deme."
Gitmişti yoktu.
Dışarıya çıktım. Kendimi zar zor apartmanın önüne attım. Gördüklerimin etkisiyle gözlerimi kocaman açmaktan ve elimi ağzıma götürmem bir oldu. Yerde öylece yatan Oğuz gördüm...
İçimdeki depremi bir kere daha hissetim. Gözlerimi yummak ve geri açmak istemedim, kapatıp sonsuzluğa sürünmek istedim. Korktum ve "Oğuz." diye feryat ettim. Çok korkuyordum, içim titriyordu.
Oğuz'un yerde yatan baygın bedenine ilerledim. Ellerim ile yüzüne dokundum ve kendimi çevirdim. Yüzüne dokundum. Ellerim sanki buz kesmişti, buzdan da soğuk tutmuştu belki de. Gözlerimin irisleri kızardı sanki, neydi ki bu? Gözlerim korku içinde sanki ama sankisi az kalır. Hafif kemerli burnundan sıcak sıcak kanlar akıyordu.
Yüzünü gördükçe korkum git gide daha da arttı. Yüzümün rengi tonlarca attığının farkında olduğumu bilmiyordum."Oğuz, kalk. Gitme kal." dedim ama kalkmadı. Ruhsuzca yerde yatıyordu.
"Seni bulmuşken kaybetmeme izin verme!"
Bu sefer daha da sesim yüksek çıktı. Delirmiş gibiydim. Çığlık atıyordum ve sürekli ağlıyordum. Göz yaşlarım tükenecek sandığım o an bir şey oldu.
Gözlerimi yerinden çıkacak gibi açarak, nefes nefese uyandım. Göz yaşlarım, gözlerimin altında daha kurumamış vaziyetteydi. Elimi kalbime götürdüm ve derin nefesler içime çekerek kendime gelmeye denedim. Çok gerçekçi bir rüya ile uyanmak benim kaderimdeydi. Kısa bir sürede kendime az da olsa gelmişken geri dönüşü olmayan bir yola sapacaktım. Rüyamı gerçekleştirmeye bu gece o parka gidecektim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarsılan Ruhlar
Teen FictionHayallerini yüreklerinde besleyen, umut ışıkları gözlerinde parlayan, gülüşleri hiç solmayan sekiz çocuğun hayatı söz alınıyor. Her zamanki gibi anlaşıp mahalledeki parklarında oyunlar oynayıp güzel vakitler geçirirler fakat geceleri sanki bir kabus...