6 Ekim Salı
'' Nerede kaldı bu çocuk yahu?''
Yağmur damlaları cama, her biri farklı bir büyüklükte ve farklı şekillerde küçücük izler bırakıyorken bu izlerin çok benzerlerinin benliğimde de var olduğunu hissediyordum. Serviste, şoför koltuğunun bir arkasındaki koltukların cam kenarındaydım, kucağımdaki siyah sırt çantam ve üstümdeki siyah kapüşonlu hırkamla damlaların cama indirdikleri yoğun darbeleri izlerken bakışlarım bir anlığına o yoğun izlerin arasından hafif bir bulanıklıkla görülen eve kaymıştı. Bu ev Ulaşların evinin karşısındaki evdi. Servis sokağın ortasında durmuş, Ulaş'ı bekliyordu.
Eve genel olarak krem ve kahverengi renklerinin hâkim olduğunu söyleyebilirdim, başımı diğer tarafa çevirdiğimde göreceğim Ulaşların evine de öyle. İki katlı mütevazi evin bahçesini saran siyah demirler, bu demirlerin bekçiliğini yapan genç çam ağaçlarıyla bütünleşiyordu, yağmur damlaları görüşümü bulanıklaştırırken bu sokağa her girişimizde kan dolaşımıma katılan kimliği belirsiz hislere kapılarımı çoktan açmıştım. Bu sokak güzeldi, gerçekten güzeldi, nezih ve sessizdi, ama beni bu sokağa her girişimizde heyecanlandıran ve hissettiğim tedirginliği had safhaya çıkaran şeyin bu olduğundan pek emin değildim.
'' Uyuyakalmış olabilir.''
Kulaklarımın ev sahipliği yaptığı yağmur sesleri saçlarım konusunda gittikçe daha çok endişelenmeme sebep oluyordu; üstüm için o kadar da çok telaş yapmıyordum çünkü polar hırkam beni yağmurdan koruyabilecek kadar kalındı ama servisten çıkıp binaya girene kadar saçlarım duştan yeni çıkmışım gibi sırılsıklam olurdu, hırkamın kapüşonunu başıma geçirsem bile. Düz hâllerini kaybedecek olmaları şöyle dursun, beni hasta edeceklerdi.
Başımı servis kapısına çevirdim, Selâmi amca Ulaş'ın ne kadar geç kalacağını bilmediği için içeri yağmur suyunun girmesine karşı bir önlem olarak kapıyı kapalı tutmuştu, dışarının griyle iç içe geçmiş manzarası eşliğinde Ulaşların evine bakıyordum. Yağmuru ve yağmurlu havaları ciddi anlamda sevmezdim, sonbaharı, kışı ve ilkbaharı da öyle. Benim mevsimim yazdı, her günümü koltuğun üstünde kitap okuyarak ya da odamda müzik dinleyerek de geçirecek olsam tüm yılımı yaz tatiliyle değiştirmeyi tercih ederdim. Sıkıntıyla iç çekerken başımı koltuğun arkasına yasladım.
'' Belki de... Dur bir arayayım.''
Selâmi amca telefonunu çıkarıp Ulaş'ı aradı, servislerde her öğrencinin alınacağı belli bir saat vardır ve bir öğrenci alınacağı saatten daha geç alınırsa o öğrenciden sonra gelen herkesin alınacağı saat gecikir, bu nedenle servisteki şanslı tek kişinin ben olmasının yanı sıra servis şoförleri bir öğrenciyi en fazla bir dakika bekleyebilir. Telefonumun ekranını açıp saatin yediyi altı geçiyor olduğunu gördüğümde Ulaş için tanınan bir dakikanın dolmuş olduğunu biliyordum, ama tam o sırada bahçede tek omzuna taktığı siyah çantasıyla Ulaş'ı görünce son anda yetiştiği için sevinmiştim. Okula doğru dürüst kitap getirmediği için çantası onu tek omzuna takabileceği kadar hafif olurdu tabii, benim gibi içine ne bulursa doldurup sırt felci geçirmiyordu.
Krem, boru paça okul pantolonunun üstüne beyaz okul tişörtünü giymişti, sırtında tıpkı benimki gibi siyah renkli, kapüşonlu bir hırka vardı ve bu onu çok güzel gösteriyordu, insanın aynaya baktığında ustalıkla işlenmiş bir tarihi eser kadar güzel birini görmesi nasıl bir histi? Aynaya bakarken zihninden geçirdiği düşünceleri merak ettim; aslında bence o, sahip olduğu güzel yüzünün ve ipeksi saçlarının hiçbirinin farkında değildi, muhtemelen görünüşünde göze batan herhangi bir sıkıntı olmadığını gördüğünde gözlerini aynadan ayırıp evden çıkıyordu. Çünkü bizim dünyamızdan ayrı olarak onun içinde yaşadığı kendine özel bir dünyası vardı ve oradaki ilgi alanları kesinlikle bizim dünyamızdakilerden çok başkaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sude'nin Günlüğü
Chick-LitÇevresindekilerden lise yıllarının değerinin bilinmediğini, oysa insan ömrünün en güzel yıllarının lise yılları olduğunu sık sık duyan Sude, bursla okumaya başladığı İstanbul Koleji'nde bu yıllarını yeni sırdaşı olan günlüğüne anlatır. Günlüğünün ar...