5. Bölüm - Kavga

302 45 4
                                    

 5 Ekim Pazartesi

Hayat, bazı anları zihnimize o kadar ince işlerdi ki, o anlar geçmişin ne kadar derinliklerinde kalmış olursa olsun bizi sanki bir saniye öncesine aitmiş gibi sarmalardı. Görüntüler, kokular, hisler ve sesler yıllar sonra bile zihnimize en ince ayrıntılarıyla işlenmiş bu anlarda yeniden birleşir ve o ânı yeniden yaşıyormuş hissini kalbimize verirdi. Bunu, ben on dört yıllık hayatımda yalnızca birkaç kere yaşamıştım, iki ya da üç kere. Birkaç farklı zamanda ve yerde, birkaç farklı kişiyle. Ama hiçbirinde bu resimleri zihnimin duvarlarına kazıyacağımı tahmin etmemiştim, yıllar sonra zihnimin kapısına tozlu bir merdiven dayayıp yukarı tırmandığımda, eskimiş düşünceleri bir bir toplarken farkına varmıştım.

Düşüncelerim karton kolilerin içine paketlenmişlerdi, zihnimin içinde, yıllardır hiçbir yaşanmışlığı ağırlamamış olan bir evde gibiydim, kolilerin üstündeki toz tabakalarına üfleyip onları yerlerine kadar kucağımda taşımıştım. Kolilerin boşalttığı duvara baktığımdaysa âdeta nutkum tutulmuş, olduğum yerde kalmama sebep olmuştu, mükemmel bir ressamın mükemmel birkaç eseriyle karşı karşıyaydım. Parmaklarımı ince ince kazınmış anılarda gezdirmek mükemmel bir histi, bir mutluluk dalgasının kalbimden başlayarak tüm bedenime yayılmasına neden oluyordu, ama bu seferkinin başka olduğunu biliyordum. Bu seferki bambaşkaydı.

Ayaklarımdaki mor spor ayakkabılar okul bahçesinin zeminine tutunmuşken adımlarımı olabildiğince normal tutmaya çalıştım. Bu sefer zihnimin duvarlarına bu anıyı kazan hayat değildi, bendim. Bu ânın üstünden bir yıl geçse de, beş yıl geçse de, on yıl geçse de bunu unutmayacağımı biliyordum. Üstümdeki krem renkli örgü hırka, spor ayakkabılarım, zemin, Ulaş'ın spor ayakkabıları ve yanımda yürüyen Ulaş. Hepsini zihnimin duvarlarına ince ince işlerken hammaddesi hislerim olan boyalar kullanmıştım. Resmim bittiğinde ellerim ve kıyafetlerim boya içindeydi ama hiçbir aksilik beni azıcık geri çekilip eserimi izlemekten alıkoyamamıştı. Sonbaharı iliklerimizde hissettiğimiz bir gündü, yerde uçuşan sararmış yapraklar bugüne kadar zihnime çizdiğim en güzel resmin tamamlayıcısı olmuşlardı.

Kalbim zihnimin kapısına merdiven dayamış, anıların yönetildiği kısma hükmederken düşüncelerim az önce Ulaş'la birlikte servisten inip sıramıza doğru yürümeye başladığımız andan beri farklı yönlere kaymıştı. Dün akşam, esen ve saçlarımı uçuşturan rüzgâr gibi zihnime doluşuyordu, rüzgârın etkisiyle zihnimin suları dalgalanmış ve köpüklenmeye başlamıştı. Dün akşam bu hafta için verilen bir iki ödevimi de yapıp telefonumun başına geçtiğimde Doruk'tan gelen birkaç mesajımın olduğunu görmüştüm. Doruk'un bana mesaj atmasını gerektirecek hiçbir neden yoktu, elimi zihnime daldırdığımda parmaklarıma sadece toz zerreleri yapışıyordu, bu yüzden mesajlarını açarken dilimde hafif bir şaşkınlık hissetmiştim, merak duygusu sessizce zihnime süzülmüştü.

Mesajlarında beni kendisinin, ve aynı zamanda da Ulaş'ın, mezun olduğu okul olan İstanbul Koleji'nin ortaokuluna, yarın akşam düzenlenecek olan mezunlar kutlamasına dâvet ediyordu. Herhangi bir ayrıntı vermeden, sadece kutlamanın adını ve zamanını söylemiş, sonra da gelip gelmeyeceğimi sormuştu. Mesajlarını okuduğumda gitmeyeceğimi biliyordum, ve sonra zaten bunu uygun bir şekilde ona söylemiştim, ama beni böyle bir yere dâvet etmesi tuhafıma gitmişti, hâlâ da gidiyordu. Doruk ve Ulaş kadar birilerini bir yere dâvet etmek için onları tanıyor olmaya gerek duymayan insanlar görmemiştim.

Ayrıca zihnim üzerinde saatlerce düşünse bile buna bir neden de bulamıyordu, Doruk'un beni bu kutlamaya dâvet etmiş olmasının elle tutulur ve mantıklı hiçbir nedeni yoktu ki... Tamam, Ulaş beni bir yerlere dâvet etme konusunda birçok nedenden yararlanabiliyordu; aynı sınıfta olmamızın yanı sıra aynı servisteydik, serviste yan yana oturuyorduk, evlerimiz de birbirine yakındı ama Doruk'un beni bu kutlamaya dâvet etmiş olması bana son derece mantıksız geliyordu.

Sude'nin GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin