1. Bölüm; Muhallebi

1.4K 65 9
                                    

"Padişah Hazretleri size tatlı gönderdi Miralay Paşam, akşamda sizi odalarında görmek isterler." Bundan önceki üç gün yaptığı gibi tepsideki muhallebiyle dolu kaseyi eline alarak, adama geri çekilmesini söylemişti Mustafa. Küçük kaşığı kaseye doldurup ağzına götürürken iç çekerek önündeki kağıtlara dönmüştü.

"Çıkabilirsiniz Kolağam." Kendisinden düşük rütbeli askeri ve muhallebiyi getiren hizmetkârı odadan çıkardıktan sonra az önce yüzünü ekşiterek yediği muhallebiyi dudaklarını ıslatarak bakmış ve bir dolu kaşık almıştı muhallebisinden.

Padişahın gözlerinin son birkaç haftadır üstünde olduğunu biliyordu ama bunun nedenini başka şeylere yoruyor aklına bu seçeneği getirmiyordu bile. Koskoca Padişah Hazretleri ona kalmamıştı ya! Hem bu zamana kadar sarayda padişahın oğlancı olduğu ile ilgili duyduğu herşeyi içi boş dedikodulardan ibaret sanıyordu, tabii şu dört günde kendisine gelen muhallebiler bunların sadece dedikodu olmadığını kendisine kanıtlamıştı.

Muhallebiyi bitirince kasesini masanın üstüne bırakırken ayağa kalkarak kabanını giymiş ve odasından çıkarak kapısında nöbet tutan askere dönmüştü. "Bugün odama erken geçiyorum Kasım soran olursa söylersin." Onu onaylayan çocukla hızla arkasını dönerek odasına ilerlemişti.

Bir ay öncesine kadar bunca yıllık askerlik hayatında birkez olsun saraya girmemişken şimdi o sarayda kendine ait bir odası vardı. Bunun sebebi elbette bir buçuk ay önce Sultan Sakaryaya geldiğinde ona eşlik eden heyetin içinde kendisininde olmasıydı.
Bir hafta sonra gelen haberle eşyalarını toplayarak buraya gelmişti İstanbul'a. Dört haftadır buradaydı ve aslında diken üstündeydi, neden buraya çağırıldığını bile bilmiyordu gelen raporda sadece Padişahın, Miralay Mustafa Paşa'nın stratejik zekasına hayran olduğu ve İstanbul'a gelirse bunun Devlet-i Aliye için büyük bir kazanç olacağını yazmıştı. Oysa o gün padişahla tek kelam dahi etmemişti.

Bu üstündeki baskı ve bekleneni karşılayamama kaygısıyla geçirdiği üçüncü haftanın sonlarında aldığı muhallebi kasesi ağzını açık bırakmıştı hatta öyle ki ilk gece uyuyamamıştı bile. Sanırım Padişahının ve kendisinin sözlüklerinde kazanç kelimesi başka anlamlara tekabül ediyordu.

Geldiği geniş odada hızla yatağının kenarındaki sandıklara ilerlerken köşeye sıkıştırdığı sandığı eline alarak kapısını kilitledi. Padişah gece onu odasına çağırmıştı ve hazırlanması gerekiyordu.

İstiyor muydu ya da istemiyor muydu, bilmiyordu Mustafa. Sonuçta ona seçenek sunulmamıştı Padişah istiyordu ve reddetme gibi bir lüksü yoktu. Padişah isterse, alırdı. Bu bu kadar basitti aslında.

Bir iki saate kalmadan padişahın onu hazırlaması için hizmetkâr göndereceğinin farkındalığı ile erken gelmişti odasına, temizliğini kendi yapmak istiyordu.

Saatler geçmiş ve çoktan tahmin ettiği gibi hizmetkârlar gelmiş, işlerini bitirmişti. Neyse ki kendi işini kendi halledebilmişti. Güneş batmış ay gökyüzüne hakim olmuştu.

Gelen görevlilerin her zerresini hazırlayıp onu giydirmesi bir yandan hoşuna gitsede aynı zamanda iliklerine kadar bakıp kontrol etmeleri rahatsız etmişti ama bunun Padişahın güvenliği için olduğunu bildiğinden sessizce beklemişti. Zaten kimse ona itiraz etme hakkı da vermemişti. Aslında hâlâ beyni olacakları tam anlamıyla kavrayamamıştı.

Üstüne örtülen yarı saydam bezle yüzü kapanırken yanındakilerle beraber Padişahın odasına ilerliyorlardı, Has Oda'ya. Bazı farkındalıklar beynine yeni yeni otururken derin nefesler alıp veriyordu. Yüzü aldığı hızlı nefeslerden kızarırken yanındaki adamın konuşmasını anlamıyordu bile ta ki önündeki kapı açılıp karşısında padişahı görene kadar. Zaman nasılda akıp gitmişti, ne ara gelmişlerdi odanın kapısına.

Hizmetkâr padişaha selam verirken oda hızla kaslı bedenini eğmiş ve saygısını belirtmişti, Padişahın emriyle bedenleri doğrulduğunda hizmetkâr gerisingeri giderken kendisi Has Oda'ya ilk adımını atmıştı beş hafta önce Padişahın kalbine attığı gibi.

Selim sabah kısalttırdığı sakallarını okşarken karşısındaki adamın yüzünü saklayan bezi çıkartmıştı, işte o parlak yüz yine karşısındaydı. "Gözümün içine bak Miralay Mustafa Paşa."

Güven dolu sesi odada yankılanırken Mustafa aldığı emirle hızla gözlerini kaldırmış ve yeşilleriyle padişahın karalarına bakmıştı. "Emred-" ağzının içine giren iki parmak onun alt dişlerinden kavrarken susturmuştu yeşil gözlüyü. "Ocakta değiliz Mustafa odamdayız." Mustafa ağzındaki parmaklarla konuşamazken başını aşağı yukarı sallayarak ve çipil gözleriyle Padişahına bakarak onaylamıştı.

Selim'in yüzünde bir tebessüm açığa çıkarken yatağa ilerleyip kucağına vurmuştu elini iki kez. Mustafa aldığı emirle, hâlâ karşısındakinin en büyük komutanı olduğunu aklından atamıyordu, hızla padişahın kucağına ilerlerken sıkı kalçalarıyla oturmuştu en az kendisi kadar kaslı olan bedenin kucağına.

Selim kucağındaki adamın sıkı kalçalarını avucunun içine alarak sıkarken dudakları boynuna yerleşmişti, dudaklarının altında titreyen bedeni her zerresiyle hissediyordu. "Sadece seveceğim, korkma."

Mustafa içinin titrediğini hissederken yüz üstü yatağa yatırılmış ve kalçası Selim'in kucağına gelecek şekilde konumlandırılmıştı. Aletine çarpan bir diğer aleti hissetmemek işten bile değildi. Sertçe yutkunurken hâlâ ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Deneyimsiz değildi ama daha önce bir padişahın kucağında da olmamıştı hiç.

Selim'in elleri Mustafa'nın kıyafetini yukarı doğru sıyırıp beyaz kumaşın sardığı sıkı kalçaları bulurken bunu kaç gündür yapmayı hayal ettiğini bilemiyordu, çok istemişti ve almıştı.

"Muhallebiler umarım ağzına layık olmuştur." Avucunun içine alıp sıktığı ve yavaş yavaş okşadığı loba dikkatle bakarken konuşmuştu. Mustafa ise titreyen bedeniyle başını yavaşça sallamıştı. "Çok güzel olmuşlardı padişahım." Duydukları hoşuna gittiği için Selim'in dudağı yukarı kıvrılmıştım "Umarım sende benim ağzıma layıksındır Miralay, yoksa borçlu sayarım."

OĞLANCI || BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin